BİZ KİMİZ ?

Akçay & Erboy Avukatlık & Arabuluculuk Ofisi, farklı bürolarda çalışan iki avukatın mesleki bilgi, beceri ve deneyimlerini birleştirmeye karar vermesi üzerine 2018 yılında kurulmuştur.

Ofisimiz Kocaeli ili Gebze ilçesinde bulunmakla birlikte Türkiye'nin farklı il ve ilçelerinde vatandaşların hukuki yardım ihtiyaçlarına cevap vermeyi görev edinmiştir.

İnsanlar arasındaki her türlü uyuşmazlıkların çözümü hukuk sistemimizde mevcut olup büromuzun amacı, hak kaybına uğramış insanların haklarını elde etmelerine yardımcı olmaktır.

Ayrıca büromuz nezdinde bulunan avukatlar aynı zamanda arabulucu unvanına da sahip olup kişi ve tüzel kişilerin dostane şekilde konuşarak ve birbirlerini anlayarak kendi çözümlerini üretmeleri konusunda ihtiyari arabuluculuk ve dava şartı arabuluculuk faaliyetleri de yürütmektedirler.

EKİBİMİZ


ARABULUCU AVUKAT HİLAL AKÇAY

1989 yılında İstanbul ili Kadıköy ilçesinde doğmuştur. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesinden 2012 yılında mezun oldu. Kocaeli Barosuna bağlı şekilde avukatlık staj eğitimini tamamlayarak Ekim 2013 tarihinde avukatlık ruhsatını aldı. 2013 Kasım ayından itibaren aktif olarak serbest avukatlık yapmaktadır.

Ayrıca ticari uyuşmazlığa ilişkin konular, işçi-işveren arasındaki uyuşmazlığa dayalı konularla ilgili dava şartı arabuluculuk ve ihtiyari arabuluculuk alanlarında arabuluculuk yapmaktadır. Bununla birlikte Aile hukukundan kaynaklı mal rejimleri ve Miras Hukukundan Kaynaklı Nitelikli Hesaplama, Aktüerya Nitelikli Hesaplama ve İş Mevzuatından Kaynaklı Nitelikli Hesaplama Sertifika Programlarına katılarak başarılı bir şekilde programları tamamlamış olup bu alanlarda hukuki mütalaa vermektedir.

Medeni Hukuk (Aile Hukuku), Borçlar Hukuku, İş Hukuku, Kira Hukuku, İcra ve İflas Hukuku, Taşınmaz Hukuku, Ticaret Hukuku, Ceza Hukuku alanlarında aktif olarak faaliyet göstermektedir.

YUKARI GİT


ARABULUCU AVUKAT NEJLA ERBOY

1988 yılında Konya’nın Karapınar İlçesinde doğdu. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesinden 2012 yılında mezun oldu. Kocaeli Barosuna bağlı şekilde avukatlık staj eğitimini tamamlayarak Kasım 2013 tarihinde avukatlık ruhsatını aldı. 2013 Aralık Ayından itibaren aktif olarak serbest avukatlık yapmaktadır.

Ayrıca ticari uyuşmazlığa ilişkin konular, işçi-işveren arasındaki uyuşmazlığa dayalı konularla ilgili dava şartı arabuluculuk ve ihtiyari arabuluculuk alanlarında arabuluculuk yapmaktadır. Bununla birlikte Aile hukukundan kaynaklı mal rejimleri ve Miras Hukukundan Kaynaklı Nitelikli Hesaplama, Aktüerya Nitelikli Hesaplama ve İş Mevzuatından Kaynaklı Nitelikli Hesaplama Sertifika Programlarına katılarak başarılı bir şekilde programları tamamlamış olup bu alanlarda hukuki mütalaa vermektedir.

Medeni Hukuk (Aile Hukuku), Borçlar Hukuku, İş Hukuku, Kira Hukuku, İcra ve İflas Hukuku, Taşınmaz Hukuku, Ticaret Hukuku, Ceza Hukuku alanlarında aktif olarak faaliyet göstermektedir.

YUKARI GİT


ÇALIŞMA ALANLARIMIZ

ARABULUCULUK

Akçay & Erboy Avukatlık & Arabuluculuk Ofisi Arabuluculuk Daire Başkanlığı siciline bağlı olarak çalışan uzman arabulucu kadrosu ile gerek müvekkillerimize ait taraf vekilliği gerekse de dava şartı ve ihtiyari arabuluculuk hizmeti vermektedir.

YUKARI GİT


İŞ VE SOSYAL GÜVENLİK HUKUKU

İş ve Sosyal Güvenlik Hukuku kapsamında dava öncesi, arabuluculuk sürecine katılma, dava süreci ve dava sonrasında her türlü uyuşmazlığın çözümünü karşılayacak şekilde hizmet vermekteyiz. Ayrıca Aktüerya Nitelikli Hesaplama ve İş Mevzuatından Kaynaklı Nitelikli Hesaplama alanında hukuki mütalaa verilmektedir.

YUKARI GİT


MEDENİ HUKUK ( KİŞİ, AİLE VE MİRAS HUKUKU )

Medeni Hukuk Mevzuatı kapsamında dava öncesi, dava süreci ve dava sonrasında her türlü uyuşmazlığın çözümünü karşılayacak şekilde çeşitli hizmetler verilmektedir. Ayrıca Aile hukukundan kaynaklı mal rejimleri ve Miras Hukukundan Kaynaklı Nitelikli Hesaplama alanında hukuki mütalaa verilmektedir.

YUKARI GİT


GAYRIMENKUL HUKUKU

Kira uyuşmazlılarının çözümlerini, Medeni Hukuk ve Borçlar Hukuku Mevzuatı kapsamında dava öncesi, dava süreci ve dava sonrasında karşılaşılabilecek her türlü uyuşmazlığın çözümünü karşılayacak şekilde verilen hizmetler çeşitlilik göstermektedir.

YUKARI GİT


TİCARET HUKUKU

Ticaret Hukuku Mevzuatı kapsamında dava öncesi, dava süreci ve dava sonrasında her türlü uyuşmazlığın çözümünü karşılayacak şekilde verilen hizmetler çeşitlilik göstermektedir.

YUKARI GİT


İDARE HUKUKU

İdare Hukuku Mevzuatı kapsamında dava öncesi, dava süreci ve dava sonrasında her türlü uyuşmazlığın çözümünü karşılayacak şekilde verilen hizmetler çeşitlilik göstermektedir.

YUKARI GİT


CEZA HUKUKU

Ceza Hukuku Mevzuatı kapsamında dava öncesi, dava süreci ve dava sonrasında her türlü uyuşmazlığın çözümünü karşılayacak şekilde verilen hizmetler çeşitlilik göstermektedir.

YUKARI GİT


İCRA VE İFLAS HUKUKU

İcra ve İflas Hukuku alanında deneyimli kadromuz ile kişi ve şirketlerin işlemlerinden kaynaklanan borç ve alacaklarının tahsili icra ve iflas takiplerinin yapılması, başlatılan takiplerin tahsil ile sonuçlandırılması, müvekkillerimizin aleyhine başlatılan icra ve iflas takiplerine karşı itiraz ve şikayet işlemlerinin gerçekleştirilmesi ve tüm bu işlemlere bağlı olarak gerekli olması halinde itirazın iptali, itirazın kaldırılması, menfi tespit ve tasarrufun iptali gibi gerekli tüm davaların takibi hususlarında hizmet vermekteyiz.

YUKARI GİT


HUKUKİ MÜTALAA

Aile hukukundan kaynaklı mal rejimleri ve Miras Hukukundan Kaynaklı Nitelikli Hesaplama, Aktüerya Nitelikli Hesaplama ve İş Mevzuatından Kaynaklı Nitelikli Hesaplama alanlarında hukuki mütalaa verilmektedir.

YUKARI GİT


EMSAL KARARLAR

BİR İLAMLA BİRDEN FAZLA TAKİP

T.C. YARGITAY 8. Hukuk Dairesi Esas No: 2014/1463 Karar No: 2014/20586 Karar Tarihi: 10.11.2014

TAKİBİN İPTALİ DAVASI - ALACAKLI TARAFINDAN İLAMDAKİ HAKLAR İÇİN AYRI AYRI TAKİP BAŞLATILARAK SEBEPSİZ ZENGİNLEŞMEYE NEDEN OLACAK ŞEKİLDE FAZLADAN AVUKATLIK ÜCRETİ TALEP EDİLDİĞİ - HAKKIN KÖTÜYE KULLANILDIĞI - HÜKMÜN BOZULMASI

ÖZET: Kötü niyetli olmasa da alacaklı tarafından yasadaki boşluktan yararlanı­ larak bir ilamdaki haklar için ayrı ayrı takip başlatılarak sebepsiz zenginleş­ meye neden olacak şekilde fazladan avukatlık ücreti talep edilmesi hakkın kö­ tüye kullanılmasıdır ve hukuk düzeni tarafından korunamaz. İlam bir bütün olmasına rağmen yasal ve geçerli bir neden olmaksızın alacaklının ayrı ayrı takip başlatması yasalarda belirtilen dürüstlük kuralına uymayacağından mah­kemece şikayetçinin iddiaları değerlendirile­ rek oluşacak sonuca göre bir karar verilmesi gerekirken eksik inceleme ile sonuca gidilmesi isabetsizdir. Hüküm bozulmuştur.

(4721 S. K. m. 1, 2, 4, 33) (6098 S. K. m. 77) (6100 S. K. m. 29, 297, 323, 326, 327)

Dava ve Karar: Yukarıda tarih ve numarası yazılı Mahkeme kararının müddeti içinde temyizen tetkiki davacı tarafından istenmesi üzerine bu işle ilgili dosya mahallinden Daire'ye gönderilmiş olup, dava dosyası için Tetkik Hakimi tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve dosya içerisindeki tüm belgeler okunup incelendikten sonra işin gereği görüşülüp düşünüldü:

Borçlu vekili; alacaklı vekili tarafından aynı ilamda hükmedilen kıdem tazminatı alacağının ayrı bir dosyada, diğer alacak kalemlerinin ise farklı bir dosyada takibe konulduğunu, bu hareketin borçluya fazla vekalet ücreti ve harç ödetmeye yönelik hakkın kötüye kullanılması olduğunu ve hukuk düzeni tara­ fından korunamayacağım iddia ederek, takibin iptalini istemiştir.

Mahkemece, HGK kararı doğrultusunda aynı ilamda hüküm altına alınan alacak kalemleri için tek ve aynı dosya ile ilamlı icra takibinde bulunulmasını zorunlu kılan türden yasal düzenlemenin mevcut olmadığı, birden fazla icra takibi yapılmasında Yasa'ya uymayan usulsüzlük bulunmadığı gerekçesiyle şikayetin reddine karar verilmiştir.

6100 sayılı HMK'nun Hükmün Kapsamı başlıklı 297. maddesinde; hük­ mün sonuç kısmında yargılama giderleri konusunda, taleplerden her biri hak­ kında verilen hükümle, taraflara yüklenen borç ve tanınan hakların sıra numa­ rası altında gösterilmesi gerektiği belirtilmiştir. Yargılama Giderlerinin Kapsamı başlıklı 323. maddesinin (ğ) bendinde vekille takip edilen davalarda ve­ kalet ücretini yargılama giderleri içinde saymıştır. Yargılama Giderlerinden Sorumluluk başlıklı 326. maddesinin 1. fıkrasında yargılama giderlerinin, aley­ hine hüküm verilen taraftan alınmasına karar verileceği belirtilmiştir. Tüm bu düzenlemeler birlikte değerlendirildiğinde ilam taraflara yüklenen borçlar, ta­ nınan haklar, yargılama giderleri olmak üzere bir bütündür. Vekille temsil edi­ len davalarda hüküm altına alınan avukatlık ücreti de yargılama giderleri kap­ samındadır.

6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun Dürüst Davranma ve Doğru Söyleme Yükümlülüğü başlıklı 29. maddesinde "Taraflar, dürüstlük kuralına uygun davranmak zorundadırlar. Taraflar, davanın dayanağı olan va­ kıalara ilişkin açıklamalarını gerçeğe uygun bir biçimde yapmakla yükümlü­dürler." Dürüstlük Kuralına Aykırılık Sebebiyle Yargılama Giderlerinden So­ rumluluk başlıklı 327. maddesinin 1. fıkrasında "Gereksiz yere davanın uzama­ sına veya gider yapılmasına sebebiyet vermiş olan taraf, davada lehine karar verilmiş olsa bile, karar ve ilam harcı dışında kalan yargılama giderlerinin ta­ mamını veya bir kısmını ödemeye mahkum edilebilir." denilmiştir.

4721 sayılı TMK'nun Hukukun Uygulanması ve Kaynakları başlıklı 1. maddesinde "Kanun, sözüyle ve özüyle değindiği bütün konularda uygulanır. Kanunda uygulanabilir bir hüküm yoksa, hakim, örf ve adet hukukuna göre, bu da yoksa kendisi kanun koyucu olsaydı nasıl bir kural koyacak idiyse ona göre karar verir. Hakim, karar verirken bilimsel görüşlerden ve yargı kararlarından yararlanır.", Dürüst Davranma başlıklı 2. maddesinde "Herkes, haklarını kulla­nırken ve borçlarını yerine getirirken dürüstlük kurallarına uymak zorundadır. Bir hakkın açıkça kötüye kullanılmasını hukuk düzeni korumaz.", Hakimin Takdir Yetkisi başlıklı 4. maddesinde "Kanunun takdir yetkisi tanıdığı veya durumun gereklerini ya da haklı sebepleri gözönünde tutmayı emrettiği konu­ larda hakim, hukuka ve hakkaniyete göre karar verir.", Hukukun Uygulanması başlıklı 33. maddesinde ise; "Hakim, Türk hukukunu resen uygular, denilmiştir.

2709 sayılı 1982 Anayasası'nın Hak Arama Hürriyeti başlıklı 36. madde­ sinde "Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir." denilmiştir.

818 sayılı Borçlar Kanunu'nun 61. maddesini sadeleştiren 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun Sebepsiz Zenginleşmeden Doğan Borç İlişkileri başlıklı 77. maddesinde "Haklı bir sebep olmaksızın, bir başkasının malvarlığından veya emeğinden zenginleşen, bu zenginleşmeyi geri vermekle yükümlüdür. Bu yükümlülük, özellikle zenginleşmenin geçerli olmayan veya gerçekleşmemiş ya da sona ermiş bir sebebe dayanması durumunda doğmuş olur." denilmiştir.

Mahkemece aynı ilamda hüküm altına alınan alacak kalemleri için tek ve aynı dosya ile ilamlı icra takibinde bulunulmasını zorunlu kılan türden yasal düzenlemenin mevcut olmadığı gerekçesine dayanılmıştır. Ancak yasalarda bir ilamla hüküm altına alman haklarla ilgili olarak ayrı ayrı takip yapılabileceğine ilişkin hiç bir düzenleme de mevcut değildir. Bu durumda Türk Medeni Kanunu'nun 1., 2., 4. ve 33. maddelerinin, Anayasa'nın 36. maddesinin, Borçlar Kanun'un 61 ve yeni Türk Borçlar Kanunu'nun 77. maddesinin, Hukuk Muhake­ meleri Kanun'un 29. maddesinin gözönüne alınarak uyuşmazlığın çözüme kavuşturulması gerekir. Genel olarak icra hukukuna ilişkin itiraz ve şikayetlerde Türk Medeni Kanunu'nun 2. maddesinin uygulanma kabiliyeti yoktur. Ancak yukarıda belir­ tilen diğer yasa maddeleri gözönüne alındığında bu tip olaylarla sınırlı kalmak üzere objektif iyi niyet kurallarının gözardı edilmemesi gerekir.

Hakkın kötüye kullanılmasını; hukuken var olan bir hakkın sınırlarını aşarak ya da o hakkı gerekçe göstererek hukuka aykırı eylemler yapma durumu olarak veya bir hakkın, yasaların tanıdığı yetkilerin sınırları içinde olmakla birlikle, amacından saptırarak kullanılması olarak da açıklayabiliriz. Türk Me­ deni Kanunu'nun 2. maddesine göre herkes, haklarını kullanırken ve borçlarını yerine getirirken dürüstlük kurallarına uymak zorundadır. Bir hakkın açıkça kötüye kullanılmasını hukuk düzeni korumaz. Yani bir hak sahibi hakkını kul­ lanırken ve borçlu borcunu öderken objektif iyi niyet kurallarına uymak, dürüst davranmak, başkalarını zarara uğratmamak zorundadır. Hak sahibi başkasına zarar vermek amacını taşımasa bile hareketi açıkça iyi niyet kurallarına aykırı ise ve başkasını zarara uğratıyorsa veya hak sahibine sağladığı yarar ile başkasına verdiği zarar arasında aşırı dengesizlik varsa bu durumu hakkın kötüye kullanılması olarak değerlendirebiliriz. Anayasa başta olmak üzere, Hukuk Muhakemeleri Kanunu, Türk Medeni Kanunu ve Türk Borçlar Kanunu hak sahibinin hakkını kullanırken objektif iyi niyet kuralları içinde hareket etmesini emretmiş aksi davranışın hukuk düzeni tarafından korunamayacağım belirtmiştir.

Kötü niyetli olmasa da alacaklı tarafından yasadaki boşluktan yararlanı­ larak bir ilamdaki haklar için ayrı ayrı takip başlatılarak sebepsiz zenginleş­ meye neden olacak şekilde fazladan avukatlık ücreti talep edilmesi hakkın kö­ tüye kullanılmasıdır ve hukuk düzeni tarafından korunamaz. İlam bir bütün olmasına rağmen yasal ve geçerli bir neden olmaksızın alacaklının ayrı ayrı takip başlatması yasalarda belirtilen dürüstlük kuralına uymayacağından mah­ kemece şikayetçinin iddiaları yukarıdaki ilkeler doğrultusunda değerlendirile­ rek oluşacak sonuca göre bir karar verilmesi gerekirken eksik inceleme ve ya­ zılı gerekçeyle sonuca gidilmesi isabetsizdir.

Sonuç: Borçlu vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile mahkeme kara­ rının yukarıda yazılı nedenlerle İİK'nun 366 ve 6100 sayılı HMK?nun Geçici 3. maddesi yollamasıyla 1086 sayılı HUMK?nun 428. maddeleri uyarınca BO­ ZULMASINA, taraflarca HUMK'nun 388/4. (HMK m.297/ç) ve İİK'nun 366/3. maddeleri gereğince Yargıtay Daire ilamının tebliğinden itibaren ilama karşı 10 gün içinde karar düzeltme isteğinde bulunulabileceğine, 10.11.2014 tarihinde oybirliği ile karar verildi.

YUKARI GİT



HUKUKA AYKIRI DELİL

T.C. YARGITAY 3. Hukuk Dairesi Esas No: 2014/14742 Karar No: 2014/20586 Karar Tarihi: 10.11.2014

NAFAKA DAVASI - BİRLEŞEN DAVADA TARAFLARCA BİLDİRİLEN DELİLLERİN USULÜNCE TOPLANMASI VE ULAŞILACAK SONUCA GÖRE İSTEM HAKKINDA BİR KARAR VERİLMESİ GEREĞİ - EKSİK İNCELEME İLE BİRLEŞEN DAVANIN REDDİNE KARAR VERİLMİŞ OLMASI - HÜKMÜN BOZULMASI

ÖZET: Nafaka alacaklısı davacı, birleşen davada; boşanma davasında hüküm altına alınan yoksulluk nafakasının aradan geçen süreç içerisinde yetersiz hale geldiğini ileri sürerek, nafakanın artırılmasını istemiştir. Bu durumda, mahkemece; birleşen davada taraflarca bildirilen delillerin usulünce toplanması ve ulaşılacak sonuca göre istem hakkında bir karar verilmesi gerekirken, eksik inceleme ve yanılgılı değerlendirme ile birleşen davanın reddine karar verilmiş olması doğru görülmemiştir. Hükmün bozulması gerekmiştir.

(2709 S. K. m. 38) (4721 S. K. m. 176) (6100 S. K. m. 189) (5271 S. K. m. 206)

Dava: Taraflar arasında birleştirilerek görülen nafaka davalarının mahkemece yapılan yargılaması sonucunda, nafakanın kaldırılması istemli asıl davanın kabulüne, birleşen nafakanın arttırılması istemli davanın reddine yönelik olarak verilen hükmün, süresi içinde davalı - birleşen dosyada davacı asil tarafından duruşma istemli temyiz edilmesi üzerine; davanın niteliği gereği duruşma isteğinin reddiyle, temyiz isteğinin incelemesinin evrak üzerinde yapılmasına karar verilerek dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü:

Davacı vekili; müvekkili ile davalının Aile Mahkemesinin 2013/254 E. 2013/946 K. karar sayılı ilamı ile boşandıklarını, mahkemece davalı lehine aylık 1.000 TL yoksulluk nafakasına hükmedildiğini, ancak davalının Erkan isimli kişi ile fiilen evliymiş gibi yaşadığını, davalının internet ortamında yayınladığı resim ve videolarla fiili evliliğin tespit edildiğini ileri sürerek, davalı lehine bağlanan yoksulluk nafakasının kaldırılmasını talep etmiştir.

Davalı vekili; Nafakanın kaldırılması davasında davanın reddini dilemiş, birleşen 2015/715 Esas sayılı davada ise; yoksulluk nafakasının 1.500TL'ye artırılmasını talep etmiştir.

Mahkemece; CD kayıtları ve dinlenen tanık beyanları ile nafaka alacaklısı olan davalının kısa bir süre de olsa evlenme olmaksızın fiilen evliymiş gibi beraberlik yaşadığının ispatlandığı, TMK'nun 176/3. maddesinde yer alan koşulların oluştuğu gerekçesiyle; asıl davanın kabulü ile davalı lehine bağlanan yoksulluk nafakasının kaldırılmasına, birleşen davanın ise reddine karar verilmiş; hüküm, davalı - birleşen dosyada davacı tarafından temyiz edilmiştir.

  • Asıl davaya yönelen temyiz itirazlarının incelenmesinde;

    Nafaka yükümlüsü davacı, nafaka alacaklısı olan davalının evlenme olmaksızın fiilen evliymiş gibi beraber yaşadığını ileri sürerek, nafakanın kaldırılmasını istemiştir.

    Türk Medeni Kanunun 176/3. maddesi; "İrat biçiminde ödenmesine karar verilen maddî tazminat veya nafaka, alacaklı tarafın yeniden evlenmesi ya da taraflardan birinin ölümü hâlinde kendiliğinden kalkar; alacaklı tarafın evlenme olmaksızın fiilen evliymiş gibi yaşaması, yoksulluğunun ortadan kalkması ya da haysiyetsiz hayat sürmesi hâlinde mahkeme kararıyla kaldırılır." hükmünü içermektedir.

    Öncelikle, mahkeme kararında gerekçe olarak dayanılan; davacı nafaka yükümlüsü tarafından (facebook ve WhatsApp'tan alındığı iddia olunan) görüntü kayıtlarından ibaret olan delilinin hukuken geçerli ve hükme esas alınabilecek bir delil niteliğinde olup olmadığının belirlenmesi gerekmektedir.

    01.10.2011'de yürürlüğe giren 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun İspat hakkı başlığını taşıyan 189/2. maddesinde; Hukuka aykırı olarak elde edilmiş olan deliller mahkeme tarafından bir vakıanın ispatında dikkate alınamaz. hükmü ile açıkça hukuka aykırı olarak elde edilmiş delilerin ispat gücü olmayacağı kabul edilmiştir.

    Böylece Hukuk Yargılamasında da ispat hakkının delillere ilişkin yönünün hukuki çerçevesi çizilmiş; bir davada ileri sürülebilecek her türlü delilin mutlaka hukuka uygun yollardan elde edilmiş olması, eş söyleyişle yasak delil niteliğinde olmaması esası getirilmiştir.

    Anılan düzenlemeye göre, hukuka aykırı olarak elde edildiği anlaşılan delillerin, mahkeme tarafından bir vakıanın ispatında dikkate alınamayacağı düzenlenmek suretiyle yargılama sırasında taraflarca sunulan delillerin elde ediliş biçiminin mahkeme tarafından re'sen gözönüne alınması ve bu delillerin hukuken meşru yol ve yöntemlerle elde edildiği, delilin her ne suretle olursa olsun hukuka aykırı olarak elde edildiğinin tesbiti halinde, diğer tarafça bu konuda itiraz ileri sürülmese dahi mahkemece bu sunulan delillerin caiz olmadığına karar verilerek, dosya kapsamında değerlendirilmemesi ilkesi benimsenmiştir.

    Diğer taraftan, hukuka aykırı elde edilen delillerin yargılamada değerlendirilmesi konusunda 01.10.2011 tarihine kadar Medeni Usul Hukukunda açık bir yasa hükmü olmadığı halde, gerek mülga 1412 sayılı CMUK'nda gerekse de 5271 sayılı CMK'nda açık düzenleme yapılmıştır. Mülga 1412 sayılı CMUK'nun 254/2. maddesinde "Koğuşturma makamlarının hukuka aykırı şekilde elde ettikleri deliller hükme esas alınamaz. denilmiş, 5271 sayılı CMK'nun 206/2-a maddesinde "ortaya konulması istenilen delilin, kanuna aykırı olarak elde edilmesi halinde reddolunacağı" düzenlendiği gibi Anayasanın 38. maddesinin altıncı fıkrasında, kanuna aykırı olarak elde edilmiş bulguların delil olarak kabul edilemeyeceği açıkça hükme bağlandığından ve bu Anayasal kural, her ne kadar, ceza yargısına ilişkin gibi görünse de, tüm yargı çeşitleri, bu arada adlî yargı bütünü içinde yer alan hukuk yargısı bakımından da geçerlilik taşıyan bir düzenleme konumunda olduğu, yargısal uygulamalarda kabul edilmiştir.

    Burada sözü geçen hukuka aykırılıklardan birisi de özel hayata yapılan haksız müdahaledir. Ancak özel hayatın gizliliği diye ifade edilen ve sadece bireyi ilgilendiren alana hiçbir şekilde müdahale edilemez. Örneğin, kişinin özel hayatı cinsel yaşamı böyledir. Hayatın bu gizli alanı ihlal edilerek bir delil elde edilmiş ise, bunu kim, nasıl ve hangi amaçla elde etmiş olursa olsun sözonusu delil ceza mahkemesinde delil olarak kullanılamaz. Zira, hayatın gizli alanı bir delil elde etme yasağı teşkil eder.(Öztürk, B.Yeni Yargıtay Kararları Işığında Delil Yasakları, Ank.1995, s.116 vd.)

    6100 sayılı HMK öncesindeki yargısal uygulamalarda somut olayın özelliğine göre farklı yaklaşımlar olmakla birlikte temelinde bir delilin hukuka aykırı olarak elde edilmesi ile hukuka aykırı olarak yaratılmasının farklı olarak ele alındığı, hukuka aykırı yaratılan delilin hiçbir şekilde yargılamada kabul edilmemesine karşın, hukuka aykırı olarak elde edilen delil konusunda olayın özelliğine göre farklı değerlendirmelerde bulunulduğu görülmektedir. Ancak, Anayasanın 2. maddesindeki Hukuk Devleti ilkesi ile Anayasanın 38/6. maddesindeki hukuka aykırı yol ve yöntemlerle elde edilen delillerin hiçbir şekilde yargılamada kullanılamayacağı yolundaki düzenleme ve yukarıda açıklanan 6100 Sayılı HMK'nun 189/2. maddesi birlikte değerlendirildiğinde; açıkça hukuka aykırı olarak elde edilmiş delillerin ispat gücü olmayacağı kabul edilmiştir. Dolayısıyla, hukuka aykırı (yaratılmış veya elde edilmiş) delillerin hiçbir şekilde ispat aracı olarak kullanımı artık mümkün değildir.

    Bir delilin mahkemece kabul edilmesi için, o delilin usulsüz ve hukuka aykırı olarak yaratılmamış olması ve hukuka aykırı biçimde elde edilmemesi şarttır. Yasak delilin kapsamına hukuka aykırı bir şekilde yaratılan deliller ile hukuka aykırı yol ve yöntemlerle elde edilen deliller girdiğinden artık bu kapsamda kabul edilen deliller hiç bir şekilde hukuka uygun ve meşru bir delil olarak kabulü olanaklı değildir.

    Anılan ilkeler Hukuk Genel Kurulunun 15.02.2012 tarihli ve 2011/2-703 E-70 K. sayılı kararında da benimsenmiştir.

    Somut olayda, toplanan delillerin birlikte değerlendirilmesinden; nafaka alacaklısı olan davalının, tanık olarak dinlenen şarkıcı ...'a ait şarkının klip çekimi nedeniyle E. K. isimli oyuncu ile birlikte yer aldığı çekim görüntülerinin, (klibin yayınlanmasından vazgeçilmesi üzerine) davacı nafaka yükümlüsü tarafından hukuka aykırı olarak elde edildiği sabittir.

    Diğer taraftan, hukuka aykırı olarak elde edilen klip görüntülerinin, paylaşımlarının yapıldığı sosyal medya hesaplarının kendisine ait olduğu hususu da davalı tarafından kabul edilmediği gibi, davacı taraf sosyal medya hesaplarının (Facebook/WhatsApp) ve bu hesaplardaki paylaşımlarında davalı tarafından yapıldığı hususunu da ispatlayamamıştır.

    Ayrıca, sosyal medya hesaplarında yapılan paylaşımların, ancak hesabın sahibi veya aynı paylaşım ortamında (facebook/WhatsApp) bulunan kişilerce delil olarak kullanımının mümkün olduğu düşünülebilecektir. Diğer bir anlatımla, sahte profil oluşturup paylaşımlarda bulunmak veya kişi profillerinde hesap sahibinin bilgisi, muvafakatı ve izni olmaksızın yapılan paylaşımların delil olarak sunulması halinde, bunların 6100 Sayılı HMK'nun 189/2. maddesi kapsamında hukuka aykırı delil kabul edilmesi gerekir.

    Hal böyle olunca, mahkemece; davacı nafaka yükümlüsü tarafından sunulan delillerin bir bölümünün hukuka aykırı olarak elde edilmiş olduğu, diğer delillerin ise hukuka aykırı bir şekilde yaratılmış olduğu gözetilerek, dosya kapsamındaki diğer delillerle de ispat edilemeyen nafakanın kaldırılması davasının reddine karar verilmesi gerekirken, yanılgılı değerlendirme ile davanın kabulüne karar verilmiş olması usul ve yasaya aykırıdır.

  • Birleşen davaya yönelen temyiz itirazlarının incelenmesinde;

    Nafaka alacaklısı davacı, birleşen davada; boşanma davasında hüküm altına alınan yoksulluk nafakasının aradan geçen süreç içerisinde yetersiz hale geldiğini ileri sürerek, nafakanın artırılmasını istemiştir.

    Bu durumda, mahkemece; birleşen davada taraflarca bildirilen delillerin usulünce toplanması ve ulaşılacak sonuca göre istem hakkında bir karar verilmesi gerekirken, eksik inceleme ve yanılgılı değerlendirme ile birleşen davanın reddine karar verilmiş olması doğru görülmemiştir.

Sonuç: Yukarıda birinci ve ikinci bentte açıklanan nedenlerle hükmün HUMK'nun 428. maddesi gereğince davalı-davacı yararına BOZULMASINA, peşin alınan temyiz harcının istek halinde temyiz edene iadesine, 6100 sayılı HMK'nun geçici madde 3 atfıyla 1086 sayılı HUMK'nun 440. maddesi gereğince karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere, 07.03.2017 tarihinde oybirliği ile karar verildi.

YUKARI GİT



MAL REJİMİ

T.C. YARGITAY 8. Hukuk Dairesi Esas No: 2017/16903 Karar No: 2018/9216 Karar Tarihi: 13.03.2018

DAVA TÜRÜ KATILMA ALACAĞI

Taraflar arasında görülen ve yukarıda açıklanan davada yapılan yargılama sonunda Mahkemece, davanın kısmen kabulüne ve kısmen reddine karar verilmiş olup hükmün davacı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine, Dairece dosya incelendi, gereği düşünüldü.

KARAR

Taraflar arasında görülen ve yukarıda açıklanan davada yapılan yargılama sonunda Mahkemece, davanın kısmen kabulüne ve kısmen reddine karar verilmiş olup hükmün davacı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine, Dairece dosya incelendi, gereği düşünüldü.

Davacı ... vekili, evlilik birliği içinde edinilen taşınmaz ve araçlar nedeniyle 1.000,00 TL alacağın tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir. Davacı vekili 20.01.2015 tarihli dilekçesi ile talep miktarını artırarak toplam 10.987,00 TL alacağın tahsilini talep etmiştir.

Davalı ... vekili, davanın reddini savunmuştur.

Mahkemece, ... plakalı araca yönelik talebin kabulü ile 2.700,00 TL'nin tahsiline, ... plakalı araç ve taşınmaza yönelik talebin reddine karar verilmiştir. Hüküm, davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

  • Toplanan deliller ve tüm dosya kapsamından; dosya muhtevasına, dava evrakı ile yargılama tutanakları münderecatına ve mevcut deliller mahkemece takdir edilerek karar verildiğine, takdirde bir isabetsizlik bulunmadığına göre, davacı vekilinin aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan temyiz itirazları yerinde görülmemiştir.
  • Davacının taşınmaza yönelik temyiz itirazlarına gelince;

    Maddi olayları ileri sürmek taraflara, hukuki nitelendirme yapmak ve uygulanacak kanun maddelerini belirlemek hakime aittir (6100 sayılı HMK m. 33). İddianın ileri sürülüş şekline göre dava, artık değere katılma alacağı isteğine ilişkindir.

    Mal rejiminin devamı süresince, bir eşin sahip olduğu edinilmiş malda, diğer eşin artık değerin yarısı oranında katılma alacak hakkı vardır. Artık değere katılma alacağı; eklenecek değerlerden (TMK m.229) ve denkleştirmeden (TMK m. 230) elde edilen miktarlar da dahil olmak üzere, eşin edinilmiş mallarının (TMK m. 219) toplam değerinden, bu mallara ilişkin borçlar çıktıktan sonra kalan artık değerin (TMK m. 231) yarısı üzerindeki diğer eşin alacak hakkıdır (TMK m. 236/1). Katılma alacağı Yasa'dan kaynaklanan bir hak olup, bu hakkı talep eden eşin gelirinin olmasına veya söz konusu mal varlığının edinilmesine, iyileştirilmesine ya da korunmasına katkıda bulunulmasına gerek yoktur.

    Artık değere katılma alacak miktarı hesaplanırken, mal rejiminin sona erdiği sırada mevcut olan malların, bu tarihteki durumlarına göre, ancak tasfiye tarihindeki sürüm (rayiç) değerleri esas alınır(TMK m. 227/1, 228/1, 232 ve 235/1). Yargıtay uygulamalarına göre, tasfiye tarihi karar tarihidir.

    Belirli bir malın eşlerden birine ait olduğunu iddia eden kimse, iddiasını ispat etmekle yükümlüdür. Eşlerden hangisine ait olduğu ispat edilemeyen mallar onların paylı mülkiyetinde sayılır. Bir eşin bütün malları, aksi ispat edilinceye kadar edinilmiş mal olarak kabul edilir (TMK m. 222).

    Yukarıdaki değer tespiti, belirleme ve hesaplamaların yapılabilmesi gerek görülürse konusunun uzmanı bilirkişi veya bilirkişilerden de yardım alınmalıdır.

    Somut olaya gelince; eşler, 04.08.2003 tarihinde evlenmiş, 11.04.2011 tarihinde açılan boşanma davasının kabulüne ilişkin hükmün, 23.03.2012 tarihinde kesinleşmesiyle boşanmışlardır. Mal rejimi boşanma davasının açıldığı tarih itibarıyla sona ermiştir (TMK m. 225/son). Sözleşmeyle başka mal rejiminin seçildiği ileri sürülmediğinden evlilik tarihinden mal rejiminin sona erdiği tarihe kadar ise, edinilmiş mallara katılma rejimi geçerlidir (4722 sayılı yasanın m. 10, TMK m. 202/1). Tasfiyeye konu S.S. Gülara Konut Yapı Kooperatifine davalı eş tarafından 10.11.1998 tarihinde üye olunmuş, ödemeler 1998-2004 yıllları arasında yapılmıştır. Dava konusu 559 ada 1 parsel 3 nolu bağımsız bölüm, 03.11.2004 tarihinde davalı eş adına tescil edilmiştir. Mal rejiminin tasfiyesinde eşlerin bağlı bulunduğu rejime ilişkin hükümler uygulanır (TMK m. 179).

Yukarda açıklanan yasal düzenleme ve ilkeler uyarınca yapılan incelemede;

Tüm dosya kapsamı birlikte değerlendirildiğinde, davacının 559 ada 1 parsel 3 nolu bağımsız bölüm nedeniyle alacak talebinde bulunduğu, davalının taşınmazın kooperatif yoluyla edinildiği ve ödemelerin babası tarafından yapıldığını savunduğu, mahkemece kooperatiften gelen yazı ve tanık beyanlarına göre ödemelerin davalının babası tarafından yapıldığı kabul edilerek taşınmazın kişisel mal olduğu gerekçesi ile talebin reddine karar verildiği, ancak dosya kapsamında ödemelerin davalının babası tarafından yapıldığına yönelik tanık beyanı dışında somut delil olmadığı anlaşılmaktadır. Dosya kapsamındaki bilgi ve belgelere göre, taşınmazın kooperatife üye olunarak edinildiği, ödemelerin evlilik öncesi ve evlilik birliği için devam ettiği, ödemelerin davalının babası tarafından yapıldığına dair somut delil bulunmadığına göre, evlilik birliği içinde yapılan ödemeler nedeniyle davacının katılma alacağının olduğunun kabulü gerekir (TMK m. 222). O halde mahkemece yapılacak iş, taşınmaz için evlilik birliği içinde yapılan ödemelerin tüm ödemelere oranı bulunup, yukarda açıklanan yasal düzenlemeler ve Dairemiz'in ilke ve uygulamalarına göre, artık değere katılma alacağının hesaplanarak karar verilmesi gerekirken, yazılı şekilde karar verilmesi hatalı olmuştur.

SONUÇ: Temyiz edilen hükmün yukarda 2. bentte gösterilen sebeplerle 6100 sayılı HMK'nun Geçici 3. maddesi yollamasıyla 1086 sayılı HUMK'nun 428. maddesi uyarınca BOZULMASINA; davacı vekilinin diğer temyiz itirazlarının yukarda 1. bentte gösterilen sebeplerle reddine, taraflarca HUMK'nun 440/I maddesi gereğince Yargıtay Daire ilamının tebliğinden itibaren ilama karşı 15 gün içinde karar düzeltme isteğinde bulunulabileceğine ve peşin harcın istek halinde temyiz edene iadesine, 13.03.2018 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

YUKARI GİT



MAL REJİMİNİN TASFİYESİ

T.C. YARGITAY 8. Hukuk Dairesi Esas No: 2018/12743 Karar No: 2019/6933 Karar Tarihi: 04.07.2019

YARGITAY KARARI MAHKEMESİ: Samsun Bölge Adliye Mahkemesi 4. Hukuk Dairesi

DAVA TÜRÜ: Katkı Payı ve Katılma Alacağı

İLK DERECE MAHKEMESİ: Samsun 2. Aile Mahkemesi

Taraflar arasında görülen ve yukarıda açıklanan davada yapılan yargılama sonunda Samsun 2. Aile Mahkemesi hükmüne karşı, davalılar vekilleri tarafından ayrı ayrı istinaf yoluna başvurulması sonunda Samsun Bölge Adliye Mahkemesi 4. Hukuk Dairesince istinaf başvurusunun esastan reddine karar verilmiş, bu kez davalılar vekilinin Bölge Adliye Mahkemesi kararını temyizi üzerine Dairece dosya incelendi, gereği düşünüldü.

KARAR

Davacı-karşı davalı ... vekili, evlilik birliği içinde muris eşi adına edinilen 2518 parsel ve 1002 ada 6 parselde bulunan 1, 2, 4, 5, 6, 7 ve 11 nolu bağımsız bölümler nedeniyle 100.000,00 TL’nin davalılardan alınarak davacıya verilmesini talep etmiş, 21.12.2015 tarihli dilekçe ile davalılardan talep ettikleri toplam alacağın 308.494,24 TL olduğunu bildirmiş, karşı davanın ise reddini savunmuştur.

Davalı-karşı davacı ... vekili ile davalı ... vekili, davacı ... tarafından açılan davanın reddini savunmuş, davalı-karşı davacı ... vekili karşı dava dilekçesinde, evlilik birliği içinde davacı-karşı davalı ... adına edinilen 1002 ada 6 parselde bulunan 3 ve 12 nolu bağımsız bölümler, 1002 ada 5 parsel sayılı taşınmaz ile ...plaka sayılı araç nedeniyle 10.000,00 TL’nin davacı-karşı davalıdan alınarak davalı ...’ya verilmesini talep etmiş, 27.06.2016 tarihli dilekçe ile talep ettikleri toplam alacağı 29.667,82 TL’ye çıkarmıştır.

Mahkemece, davacı-karşı davalı ...'ün davasının kabulüne, davalı-karşı davacı ...'nun davasının kabulüne, 113.668,00 TL alacağın davalı-karşı davacı ...'dan alınarak davacı ...'e ödenmesine, 29.571,00 TL alacağın davacı ...'den alınarak davalı-karşı davacı ...'ya ödenmesine, yukarıda belirlenen miktarın 50.000 TL’sinin dava tarihinden itibaren 113.668,00 TL'den düşülerek işleyecek faizi ile beraber davalı-karşı davacı ...'dan alınarak davacı ...'e ödenmesine, kalan 63.668,00 TL alacağın davalı-karşı davacı ...'nın alacağı olan 29.571,00 TL miktarın mahsup edilerek kalan 34.087,00 TL alacağın ıslah tarihi olan 21.12.2015 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalı-karşı davacı ...'dan alınarak davacı ...'e ödenmesine, davalı ... Üstün'den toplam 113.668,00 TL alacağın 50.000,00 TL'sinin dava tarihinden, 63.668,00 TL'sinin ıslah tarihi olan 21.12.2015 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte alınarak davacı ...'e ödenmesine karar verilmiş, davalı ... vekili ile davalı-karşı davacı ... vekilinin istinaf talepleri Samsun Bölge Adliye Mahkemesi 4. Hukuk Dairesi tarafından ayrı ayrı esastan reddedilmiştir. Hüküm, süresi içerisinde davalı ... ile davalı-karşı davacı ... vekili tarafından temyiz edilmiştir.

  • Dosya muhtevasına, dava evrakı ile yargılama tutanakları münderecatına ve mevcut deliller mahkemece takdir edilerek karar verildiğine, takdirde bir isabetsizlik bulunmadığına göre, davalı ... ile davalı-karşı davacı ... vekilinin aşağıdaki bent kapsamı dışında kalan sair temyiz itirazları yerinde görülmemiş,

    Dava konusu taşınmazlardan 2518 parsel, diğer taşınmazların edinilmesinden önce 23.12.1994 tarihinde muris eş Kemalettin adına edinilmiş olup, yukarıdaki ilke ve uygulamalar doğrultusunda, eşlerin her ikisinin de çalışarak gelir elde ettikleri ihtilafsız olduğuna göre, evlenme tarihi ile 2518 parselin edinildiği tarih arasındaki dosyaya yansıyan gelirler üzerinden hesaplama yapıldığında sağ kalan eş Cemile’nin 2518 parsel yönünden katkı oranının % 62,90 olarak bulunmakta olup, bu oran yerine Cemile aleyhine olacak şekilde % 58,80 katkı oranı üzerinden Cemile’nin katkı payı alacağının belirlenmesi doğru değil ise de hükmün Cemile tarafından temyiz edilmediği gözetilerek, temyiz edenin sıfatına göre 2518 parselle ilgili bu husus bozma sebebi yapılmamıştır.

  • Davalı ... ile davalı-karşı davacı ... vekilinin 1002 ada 6 parselde bulunan 1, 2, 4, 5, 6, 7 ve 11 nolu bağımsız bölümler ile 1002 ada 6 parselde bulunan 3 ve 12 nolu bağımsız bölümlere ilişkin temyiz itirazlarına gelince;

    Maddi olayları ileri sürmek taraflara, hukuki nitelendirme yapmak ve uygulanacak kanun maddelerini belirlemek hakime aittir (6100 Sayılı HMK mad.33). İddianın ileri sürülüş şekline göre 1002 ada 6 parselde bulunan 1, 2, 4, 5, 6, 7 ve 11 nolu bağımsız bölümler ve 1002 ada 6 parselde bulunan 3 ve 12 nolu bağımsız bölümlere yönelik dava, ölüm nedeniyle mal rejiminin tasfiyesinden kaynaklanan katkı payı alacağı isteğine ilişkindir.

    01.01.2002 tarihinden önce 743 Sayılı Türk Kanunu Medenisi'nin (TKM) yürürlükte olduğu dönemde, eşler arasında yasal mal ayrılığı rejimi geçerliydi (TKM mad.170). TKM'de, mal rejiminin tasfiyesine ilişkin düzenleme mevcut olmadığından, eşlerin bu dönemde edindikleri mal varlığının tasfiyesine ilişkin uyuşmazlık, aynı kanunun 5.maddesi yollamasıyla Borçlar Kanunu'nun genel hükümleri göz önünde bulundurularak "katkı payı alacağı" hesaplama yöntemi kurallarına göre çözüme kavuşturulmalıdır. Zira Borçlar Kanunu, Medeni Kanunun tamamlayıcısı olarak kabul edilmiştir (eBK mad.544, TBK mad.646).

    Mal ayrılığı rejiminde; eşler kendi malları üzerinde tasarruf yetkisine ve intifa hakkına sahiptir ve mallarının idaresi kendisine aittir (TKM mad.186/1). Her birinin malları, geliri ve kendi kazançları yine kendilerine ait kişisel mallarıdır (TKM mad.189). Kadın veya kocanın, mal rejiminin devamı sırasında diğerinin edindiği mal varlığına katkısı nedeniyle katkı payı alacağı isteğinde bulunabilmesi için mutlaka para ya da para ile ölçülebilen maddi veya hizmet değeriyle katkıda bulunması gerekir. Mal ayrılığı rejiminin geçerli olduğu dönemde satın alınan tasfiyeye konu mala çalışma karşılığı elde edilen gelirlerle (maaş, gündelik, kar payı vb.) katkıda bulunulduğunun ileri sürüldüğü durumlarda; çalışarak, düzenli ve sürekli gelire sahip eşin, aksi kanıtlanmadıkça, yapabileceği tasarruf oranında katkıda bulunduğunun kabulü gerekir. Yargıtayın ve Dairemizin devamlılık gösteren uygulamaları da bu yöndedir.

Bu açıklamalar doğrultusunda; öncelikle evlenme tarihinden, malın edinildiği tarihe kadar, eşlerin çalışma sürelerine ve gelirlerine ilişkin belgeler bulundukları yerlerden eksiksiz olarak getirtilmelidir. Çalışmanın sabit olmasına rağmen, bir kısım döneme ilişkin belgelere ulaşılamaması durumunda, ilgili meslek kuruluşlarından ve/veya bilirkişilerden o döneme ilişkin yaklaşık gelir durumu sorulup öğrenilerek, malın edinildiği tarihe kadar ki eşlerin tüm gelirleri ayrı ayrı belirlenmelidir. Sonra, her bir eşin alışkanlıkları, ekonomik ve sosyal statüleri gözetilerek, kişisel harcamaları ile ayrıca kocanın 743 Sayılı TKM'nin 152. maddesi gereğince evi geçindirme yükümlülüğü nedeniyle yapabileceği harcama, eşlerin kendi gelirlerinden düşülerek, gerçekleştirebilecekleri tasarruf miktarları ayrı ayrı tespit edilmeli, daha sonra her eşin tasarruf miktarının, birlikte yaptıkları toplam tasarruf miktarı içindeki oranı belirlenmelidir. Her bir eşin bulunan bu tasarruf oranı, çalışmaları karşılığı elde ettikleri gelirleriyle malın alımına yaptıkları katkı oranı olarak kabul edilerek, tasfiyeye konu malın dava tarihi itibariyle belirlenecek sürüm(rayiç) değeri ile çarpılmak suretiyle katkı payı alacağı miktarları hesaplanmalıdır.

Sözü edilen değer tespiti, belirleme ve hesaplamaların yapılabilmesi için gerek görülmesi durumunda konusunun uzmanı bilirkişi veya bilirkişilerden de yardım alınmalıdır. Tasfiyeye konu birden fazla malın bulunması durumunda, her biri için aynı yöntem uygulanır.

Somut olaya gelince; eşler, 27.10.1972 tarihinde evlenmiş, taraflar arasındaki mal rejimi eşlerden Kemalettin Üstün’ün 30.05.2009 tarihinde ölmesi üzerine sona ermiştir. Sözleşmeyle başka mal rejiminin seçildiği ileri sürülmediğinden evlilik tarihinden 4721 Sayılı TMK'nin yürürlüğe girdiği 01.01.2002 tarihine kadar mal ayrılığı (TKM mad.170), bu tarihten mal rejiminin sona erdiği tarihe kadar ise edinilmiş mallara katılma rejimi geçerlidir (4722 Sayılı Yasa mad.10, TMK mad.202/1). Tasfiyeye konu 2518 parsel 23.12.1994, 1002 ada 6 parselde bulunan 1, 2, 4, 5, 6, 7 ve 11 nolu bağımsız bölümler ise 26.01.2001 tarihinde satın alınarak muris eş Kemalettin adına; 1002 ada 6 parselde bulunan 3 ve 12 nolu bağımsız bölümler ise 01.02.2001 tarihinde satın alınarak, davacı-karşı davalı eş Cemile adına tescil edilmiştir. Taşınmazların edinildiği tarihte eşler arasında mal ayrılığı rejimi geçerlidir. Mal rejiminin tasfiyesinde eşlerin bağlı olduğu rejime ilişkin hükümler uygulanır (4721 Sayılı TMK mad.179).

Mahkemece, temyize konu edilen taşınmazlara ilişkin olarak davacı-karşı davalı ...’nin katkı oranı %62,90, muris eş Kemalettin’in katkı oranı % 37,09 olarak hesaplanarak yazılı şekilde karar verilmiş ise de, yapılan araştırma ve inceleme hüküm kurmaya elverişli değildir. Şöyle ki; az yukarıda da açıklandığı gibi eşler Cemile ve muris eş Kemalettin’in evlilik tarihinden itibaren elde ettikleri gelirlere ilişkin bilgi ve belgeler dosyaya kazandırılmış, hükme esas alınan bilirkişi raporlarında da bu gelirlerden faydalanılarak eşlerin katkı payı oranları belirlenmiş ise de, gerek 1002 ada 6 parselde bulunan 1, 2, 4, 5, 6, 7 ve 11 nolu bağımsız bölümlerin, gerekse 1002 ada 6 parselde bulunan 3 ve 12 nolu bağımsız bölümlerin 2001 yılında, 2518 parselin edinildiği 1994 yılından sonra edinildikleri açıktır. Bu durumda evlilik tarihinden itibaren tarafların 1994 yılına kadar elde ettikleri gelirlerin yanında 1994 ile 2001 yılları arasında taraf gelirlerinin araştırılarak, dosyaya getirtilmesi, 2518 parselin 1994 yılında edinildiği de gözetilmek suretiyle, 2001 yılına kadar muris eş Kemalettin ve sağ kalan eş Cemile’nin 1993 yılından sonra elde ettikleri gelirleri olup olmadığının araştırılması, var ise bu gelirlere ait tüm bilgi ve belgelerin dosyaya kazandırılması, sonrasında eşlerin gelirlerinden hareketle yukarıdaki ilkeler doğrultusunda, gerektiğinde konusunda uzman bilirkişiden rapor alınarak, katkı payı oranlarının ve alacak miktarlarının hesaplanması, iddia ve savunma çerçevesinde tüm deliller de değerlendirilerek hüküm kurulması gerekirken, 2518 parselin diğer taşınmazlardan önce edinildiği gözden kaçırılarak, muris eş Kemalettin Üstün’e 01.02.1996 tarihinden itibaren yaşlılık aylığı bağlandığının belirtildiği 16.12.2013 tarihli Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığı’nın yazı cevabı da dikkate alınmaksızın, Dairenin ilke ve uygulamalarına aykırı olarak eksik inceleme ve araştırmayla, evlilik tarihi ile 1993 yılları arasında elde edilen taraf gelirlerinden hareketle yazılı şekilde hesaplama yapılması doğru olmamıştır.

SONUÇ:

Yukarıda (2) nolu bentte gösterilen nedenlerle davalı ... ile davalı-karşı davacı ... vekilinin yazılı temyiz itirazları yerinde görüldüğünden kabulü ile Bölge Adliye Mahkemesi kararının 6100 sayılı HMK'nin 373/1 maddesi uyarınca kaldırılmasına, İlk Derece Mahkemesi kararının HMK'nin 371. maddesi uyarınca BOZULMASINA, diğer temyiz itirazlarının yukarıda (1). bentte gösterilen nedenle reddine, dosyanın İlk Derece Mahkemesine, karardan bir örneğinin de Bölge Adliye Mahkemesine gönderilmesine, peşin harcın istek halinde temyiz edene iadesine 04.07.2019 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.

YUKARI GİT



İCRA HUKUK MAHKEMESİ

T.C. YARGITAY 12. Hukuk Dairesi Esas No: 2014/25694 Karar No: 2015/1137 Karar Tarihi: 20.01.2015

Yargıtay Kararı

MAHKEMESİ:İcra Hukuk Mahkemesi

Yukarıda tarih ve numarası yazılı mahkeme kararının müddeti içinde temyizen tetkiki alacaklı tarafından istenmesi üzerine bu işle ilgili dosya mahallinden daireye gönderilmiş olup, dava dosyası için Tetkik Hakimi ..... tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve dosya içerisindeki tüm belgeler okunup incelendikten sonra işin gereği görüşülüp düşünüldü :

İİK.nun 89/4.maddesinde "Üçüncü şahıs, haciz ihbarnamesine müddeti içinde itiraz ederse, alacaklı, üçüncü şahsın verdiği cevabın aksini icra mahkemesinde ispat ederek üçüncü şahsın 338.maddesinin 1.fıkrası hükmüne göre cezalandırılmasını ve ayrıca tazminata mahkum edilmesini isteyebilir. İcra mahkemesi tazminat hakkındaki davayı genel hükümlere göre halleder” düzenlemesi yer almaktadır.Buna göre tazminat talep eden takip alacaklısı, üçüncü kişinin beyanının aksini İİİK.nun 68. maddesinde sayılan belgelere bağlı olmadan her türlü delille ispat edebilir.

Somut olayda, üçüncü kişiye 89/1 haciz ihbarnamesi tebliğ edilmiş, haciz ihbarnamesine karşı yasal süresinde üçüncü kişi şirket tarafından itiraz edilmiştir. Alacaklının İİK.nun 89/4. maddesi koşullarında icra mahkemesi nezdinde yapmış olduğu başvuru üzerine, mahkemece borçlu ve 3. kişi şirket ticari defterlerini getirmediğinden bilirkişi incelemesi yaptırılamadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.

İİK.nun 89/4 maddesi açık hükmüne göre, mahkemece, tarafların göstermiş oldukları deliller toplanıp, gerektiğinde üçüncü kişi şirketin kayıtları üzerinde bilirkişi incelemesi yapılarak, borçlunun üçüncü kişide alacağının var olup olmadığı belirlendikten sonra oluşacak sonuca göre karar verilmelidir.

Mahkemece borçlu ve üçüncü kişinin meşruhatlı davetiye tebliğine rağmen ticari defterlerini getirmedikleri gerekçesiyle alacaklı tarafından açılan tazminat davasının reddine karar verilmişse de, dosya içinde bu yönde bir ihtarlı davetiye bulunmadığı gibi, böyle bir durumun gerçekliği halinde de ispat yükünü tersine çevirecek şekilde davanın reddi yönünde hüküm tesisi doğru değildir.

Bununla birlikte, dava, İİK 'nun 89/4. maddesine dayalı tazminat istemine ilişkin olup, genel hükümlere göre karara bağlanacağından dava değeri üzerinden nispi harç yatırılması gerekir.

Bu durumda mahkemece öncelikle eksik harç tamamlatıldıktan sonra, davanın esasına geçilerek, üçüncü kişiye ticari defter ve kayıtların ibrazı için usulüne uygun şekilde kesin süre verilip, defter ve kayıtların ibrazı durumunda bilirkişi incelemesi yapılarak, 89/1 haciz ihbarnamesinin tebliğ edildiği tarih itibariyle borçlunun üçüncü kişide alacağının var olup olmadığı belirlendikten sonra oluşacak sonuca göre bir karar verilmesi gerekirken eksik inceleme ve ispat yükünü tersine çevirecek bir uygulama ile yazılı şekilde istemin reddi yönünde hüküm tesisi isabetsizdir.

SONUÇ : Alacaklının temyiz itirazlarının kabulü ile mahkeme kararının yukarıda yazılı nedenlerle İİK'nun 366 ve HUMK’nun 428. maddeleri uyarınca (BOZULMASINA), peşin alınan harcın istek halinde iadesine, ilamın tebliğinden itibaren 10 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 20.01.2015 gününde oybirliğiyle karar verildi.

YUKARI GİT



ŞÜPHEDEN SANIK YARARLANIR

T.C. YARGITAY Ceza Genel Kurulu Esas No: 2017/723 Karar No: 2018/562 Karar Tarihi: 22.11.2018

Kararı Veren

Yargıtay Dairesi: 10. Ceza Dairesi

Mahkemesi:Ağır Ceza

Sayısı: 11-219

Uyuşturucu madde ticareti yapma suçundan sanık ...'in, "Uyuşturucu madde ticareti yapma" suçundan CMK'nın 223/2-e maddesi uyarınca beraatine, "Kullanmak için uyuşturucu madde bulundurma" suçundan ise 5237 sayılı TCK'nın 191/1-2-4-5, 53, 54 ve 63. maddeleri uyarınca 1 yıl hapis cezasıyla cezalandırılmasına, tedavi ve denetimli serbestlik tedbiri uygulanmasına, hak yoksunluğuna, mahsuba ve müsadereye ilişkin İstanbul 7. Ağır Ceza Mahkemesince verilen 08.03.2011 tarihli ve 48-60 sayılı hükümlerin, Cumhuriyet savcısı ve sanık tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 10. Ceza Dairesince 11.11.2013 tarih ve 18299-9896 sayı ile;

  • Sanık hakkında 'uyuşturucu madde ticareti yapma' suçundan kurulan beraat hükmünün incelenmesi:

    Olay tutanağı içeriğine, sanığın yakalanış şekline, suç konusu uyuşturucu maddenin miktarı ile ele geçiriliş biçimine, sanığın savunmasına ve tüm dosya kapsamına göre; sanığın subut bulan atılı suçtan mahkûmiyeti yerine dosya kapsamına uygun düşmeyen gerekçelerle beraatine karar verilmesi...

  • Sanık hakkında 'kullanmak için uyuşturucu madde bulundurma' suçundan kurulan mahkûmiyet hükmünün incelenmesi:

    Sanığın, sübut bulan uyuşturucu madde ticareti yapma suçunu gizlemek ve bu suçun cezasından kurtulmak için, uyuşturucu madde kullandığını belirttiği, sanığın uyuşturucu madde kullandığı teknik yöntemlerle de saptanmadığı dikkate alınarak, kullanmak amacıyla uyuşturucu madde bulundurmak suçundan beraatine karar verilmesi gerektiğinin gözetilmemesi..." isabetsizliklerinden bozulmasına karar verilmiştir.

Yerel Mahkeme ise 27.05.2014 tarih ve 11-219 sayı ile;

"...Bilindiği üzere; '...Ceza muhakemesi hukukunun temel prensiplerinden birisi de şüpheden sanığın yararlanacağı ilkesidir. Her hukuk devletinde kabul edilen ve masumluk karinesi ile sıkı bir ilgisi olan bu ilkeye göre, yapılan ceza muhakemesi sonunda fiilin sanık tarafından işlendiği, yüzde yüz belliliğe ulaşmadığı taktirde beraat kararı verilecektir. Böyle bir ilkenin kabul edilmesinin sebebi, bir suçlunun cezasız kalmasının, bir masumun mahkum olmasına tercih edilmesi, başka bir ifade ile masumluk karinesidir.

Keza, şüphelinin veya sanığın savunmasının aksinin kanıtlanması ondan beklenemez. Kaldı ki, CMK'nın 147. maddesi uyarınca susma hakkı bulunmaktadır. Susma hakkını kullanan şüphelinin sükut ikrardan gelir deyişine dayanarak suçunu kabul ettiği söylenemeyeceği gibi savunmasını kanıtlaması da beklenemez. Şüpheliye yüklenen suçun sübuta erdiği kuşkuya yer vermeksizin ortaya çıkarılmalıdır. (Y.C.G.K.19.04.1993,6-81/110).' O halde, yapılan ceza muhakemesinin sonunda belliliğe, örneğin fiilin sanık tarafından işlendiğinin veya işlenmediğinin sabit olduğu sonucuna varılmaması durumunda sanık mahkum edilemez. Ceza muhakemesinde esas olarak, fiilin fail tarafından işlendiği veya işlenmediği konusunda, hukuk düzenince kabul edilen vasıtalarla, yargılama makamının tam bir kanaate ulaşmasını temin ameliyesine ispat denir. Burada dikkat edilecek noktalar şunlardır: Burada inandırmak yetmez, tam bir kanaate ulaşılacaktır. Medeni usul hukukundan farklı olarak ceza muhakemesi hukukunda ispat yükü (külfeti) sorunu yoktur. Gerçekten şüpheliye susma hakkı tanıyan bir hukuk düzeninde, ispat yükünden söz edilmesi olanaksızdır. İspat için sabit oluş arandığına göre, bunun dışında mahkumiyet kararı verilemeyecektir; şüpheden sanık yararlanır ilkesi devreye girecektir. İspat ameliyesinde, hukuk düzeninin kabul ettiği vasıtalar delillerdir. Buna göre ceza muhakemesinde ispat için kullanmak istenen bir vasıtanın delil olarak nitelenebilmesi için iki temel niteliği bulunmalıdır. Bu vasıta olayı temsil etmeli ve olayı temsil eden bu vasıta; akla, maddi gerçeğe ve hukuka uygun olmalıdır. Olayı temsil etmekten maksat; delil olarak kullanmak istenilen vasıtanın olayın bir parçası olması ve/veya olayı yansıtmasıdır. Örneğin, bir adam öldürme suçunda olay yerinde bırakılan suç aleti olayın bir parçasıdır. Buna karşılık böyle bir suça 5 duyusu marifeti ile tanık olmuş bir kimsenin anlatımları olayı yansıtır. Ne var ki bir ispat aracına delil diyebilmek için olayı bir şekilde temsil etmesi, olayı yansıtması yetmez. Bu yansıtmanın akla, yani bilime, maddi gerçeğe ve hukuka uygun olması da şarttır. Bu vasıflan taşımayan bir ispat aracına teknik anlamda delil denilemez; bu nedenle de bu tür vasıtalara dayanılarak hüküm tesis edilemez. Ceza yargılamasının amacı hiçbir duraksamaya yer vermeden maddi gerçeğin ortaya çıkarılmasıdır. Bu araştırmada, yani gerçeğe ulaşmada, mantık yolunun izlenmesi gerekir. Gerçek; akla uygun ve realist, olayın bütünü veya bir parçasını temsil eden kanıtlardan veya kanıtların bir bütün olarak değerlendirilmesinden ortaya çıkarılmalıdır. Yoksa bir takım varsayımlara dayanılarak sonuca ulaşılması ceza yargılamasının amacına kesinlikle aykırıdır. Ceza yargılamasında kuşkunun bulunduğu yerde mahkumiyet kararından söz edilemez. Bu ilke evrenseldir.

Tartı tutanağı, 29.12.2010 tarihli olay tutanağı, parmak izi ve fotoğraf basım formları, adli muayene raporları, yakalama, gözaltına alma ve üst arama tutanakları, ifade ve sorgu zaptı, sanığın üzerinde çıkan paralar ile ilgili alınan Merkez Bankası raporu, 05.01.2011 tarihli İstanbul Kriminal Polis Laboratuvarı Müdürlüğü ekspertiz raporu, sanığın aşamalarda alınan savunmaları, sanığa ait nüfus ve adli sicil kaydı ve tüm dosya kapsamı hep birlikte değerlendirildiğinde;

29.12.2010 tarihinde saat 17:30 sıralarında Asayiş Şube Müdürlüğüne bağlı güven timlerinin kendilerinin istihbari çalışma olarak nitelendirdikleri ve içeriği dosyada mevcut olmayan bir çalışma sonucunda, ...., İkiz Sokak içerisinde 55-60 yaşlarında, kır saçlı, 1,65 - 1,70 boylarında, düzgün giyimli, Mustafa isminde bir şahsın uyuşturucu madde sattığına dair edindikleri bilgi üzerine olay yerine gittikleri, bir müddet bekledikten sonra eşgale uygun şahsın sokak içerisinde görüldüğü, izlemeye ve takip edilmeye başlandığı, şahsın cep telefonu ile görüşmeler yaptığının gözlemlendiği, sokak içerisinde dolaştığı, bir süre sonra yaya olarak hızlı bir şekilde sokak üzerinden ayrılıp uzaklaşmaya başladığı 500 metre kadar takip edildiği, şahsın sürekli etrafına bakındığı ve tedirginolduğunun gözlemlendiği, bunun üzerine polis kimlik kartları gösterilerek adı geçen şahsın yakalandığı, üzerinde tutanakta belirtildiği şekilde 17 parça, brüt ağırlığı 124,78 gram gelen ve dosya içerisinde bulunan ekspertiz raporundan esrar olduğu anlaşılan uyuşturucu maddelerin ele geçirildiği anlaşılmıştır.

Öncelikle belirtmek gerekir ki olay tutanağında sanığın uyuşturucu maddeleri satarken veya satmaya çalışırken görüldüğüne dair hiçbir tespit ve bulgu mevcut değildir.

Yine güven timlerinin kendilerince yapmış oldukları istihbari çalışmanın neden ibaret olduğu, kim ya da kimlerden bahse konu bilgilerin alındığı hususunun dosyada herhangi bir tutanağa bağlanmadığı, sadece olay tutanağında istihbari bir çalışmadan bahsedilmekle yetinildiği görülmüştür.

Ayrıca her ne kadar nasıl yapıldığı belli olmayan ve dosyaya belgesiyle birlikte yansımayan istihbari çalışma sonucunda uyuşturucu sattığı iddia edilen kişinin eşgaline yarayacak tüm bilgiler, şahsın ismi ile birlikte verilmiş olmasına rağmen neden istihbari bilgiyi veren kişinin veya kişilerin uzaktan da olsa şahsı bizzat gelip göstermedikleri hususu tutanağı dercedilmemiştir. Ayrıca bu bilgiyi veren kişi ya da kişilerin sanıktan uyuşturucu madde satın aldıkları ya da temin ettikleri de belli değildir.

Bir istihbari bilginin veya ihbarın somut olarak delil niteliğinde kabul edilmesi için uyuşturucu satışına ilişkin net ve somut deliller içermesinin gerekeceği, ayrıca herhangi bir kopukluk yaşanmadan doğrudan olayın faili ile bağlantılı olacak şekilde yapılmasının zorunlu olduğu, oysa dosyada her ne kadar ismine kadar tüm eşgal bilgileri verilmiş ise de uyuşturucu madde satışı yapan kişinin aynı niteliklere sahip bir başka şahıs olma olasılığının da gözardı edilmemesi gerekeceği anlaşılmaktadır.

Kaldı ki dosya kapsamından kolluk güçlerinin uzun süreli takiplerine rağmen sanığın uyuşturucu madde sattığı veya satmaya teşebbüs ettiğine dair herhangi bir delile rastlanılmamıştır.

Somut olayda tek delil nasıl ve ne şekilde yapıldığı belli olmayan ve olay tutanağına geçirilen ihbar niteliğindeki istihbari çalışmadır.

Sanık da olayın başından beri istikrarlı biçimde uyuşturucu maddeleri kullanmak için bulundurduğunu beyan etmiş olup, uyuşturucu maddelerin nasıl paketlenmek suretiyle küçük poşetler içerisinde satılmak için bulundurulduğu bilinmekte ise miktar olarak fazlaca uyuşturucu madde alan kişinin bu uyuşturucu maddeleri aynı şekilde birden fazla küçük miktarlarda paketlenmiş olarak alma olasılığının da mevcut olduğu gözden uzak tutulmamalıdır.

Bütün bu hususlar şüpheden sanığın yararlanacağına ilişkin Yargıtay Ceza Genel Kurulu ve Yargıtay kararları doğrultusunda yukarıya alınan masumiyet karinesine yönelik değerlendirme ile birlikte gözönünde tutulduğunda sanığın savunmasının aksini kanıtlar ölçüde somut, her türlü kuşkudan arınmış, kesin ve inandırıcı deliller ile üzerine atılı uyuşturucu madde ticareti yapmak suçunu işlediği saptanamadığından sanığın bu suçtan mahkememizin 08.03.2011 tarih, 2011/48 esas ve 2011/60 karar sayılı hükmünde ısrar edilmek suretiyle beraatine karar verilmesi gerekmiştir.

Sanığın uyuşturucu maddeleri kullanmak için bulundurduğuna yönelik aşamalarda alınan istikrarlı beyanları ve üzerinde uyuşturucu madde kullanım miktarı ile orantısız oluşturmayacak miktarda çıkan esrar maddesi birlikte değerlendirildiğinde, sanığın kullanmak için uyuşturucu madde bulundurmak suçunu işlediği sonucuna varılmış olup, bu eşlemi nedeniyle 5237 sayılı TCK'nun 191/1-2 maddeleri gereğince cezalandırılmasına ve hakkında tedavi ve denetimli serbestlik tedbirinin uygulanmasına karar verilmesi gerekmiştir..." şeklindeki gerekçe ile direnerek, önceki hükümlerdeki gibi sanığın "Uyuşturucu madde ticareti yapma" suçundan CMK'nın 223/2-e maddesi uyarınca beraatine, "Kullanmak için uyuşturucu madde bulundurma" suçundan ise cezalandırılmasına karar verilmiştir.

Direnme kararına konu bu hükümlerin de Cumhuriyet savcısı tarafından temyiz edilmesi üzerine, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 20.03.2015 tarihli ve 341347 sayılı "bozma" istekli tebliğnamesiyle Yargıtay Birinci Başkanlığına gelen, Ceza Genel Kurulunca 07.12.2016 tarih ve 335-1111 sayı ile; 6763 sayılı Kanunun 38. maddesi ile 5320 sayılı Kanuna eklenen geçici 10. madde uyarınca kararına direnilen daireye gönderilmiş, aynı madde uyarınca inceleme yapan Yargıtay 10. Ceza Dairesince 28.04.2017 tarih ve 39-1639 sayı ile, direnme kararının yerinde görülmemesi üzerine Yargıtay Birinci Başkanlığına geri gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.

TÜRK MİLLETİ ADINA CEZA GENEL KURULU KARARI

Özel Daire ile Yerel Mahkeme arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; sanığa atılı "uyuşturucu madde ticareti yapma" ve "kullanmak için uyuşturucu madde bulundurma" suçlarının sabit olup olmadığının belirlenmesine ilişkindir.

İncelenen dosya kapsamından;

Olay tutanağına göre; 29.12.2010 tarihinde saat 17.30 sıralarında Asayiş Şube Müdürlüğüne bağlı güven timlerince yapılan istihbarat çalışmaları sırasında “...., İkiz Sokak içerisinde, 55-60 yaşlarında, kır saçlı, 165-170 cm boylarında, düzgün giyimli, Mustafa isminde bir şahsın uyuşturucu madde sattığı” bilgisinin edinildiği, aynı gün görevlilerce saat 18.15 sıralarında bahsi geçen yere idilerek sokak ve çevresinde tertibat alındığı, bir süre sonra sokak içerisinde görülen eşkâle uygun şahsın görevlilerce takip edilmeye başlandığı, şahsın sürekli olarak cep telefonu ile görüştüğü, sokak içerisinde dolaştığı, daha sonra bahse konu sokaktan çıkıp yaya olarak hızlı bir şekilde uzaklaşmaya başladığının görüldüğü, takibine devam edilen şahsın 500 metre kadar ileride etrafına bakındığının ve tedirgin olduğunun gözlendiği, Akdeniz Caddesi üzerinde bulunan Şenol Güneş Parkı önüne geldiğinde aniden hızlandığının görülmesi üzerine görevlilerce yanına gidilerek durdurulduğu, yapılan kimlik tespitinde sanık ... Özbilen olduğunun tespit edildiği, adı geçenin kaba üst yoklamasında montunun sol dış cebinde bir kabarıklık olduğu fark edilerek bakıldığında, burada siyah bir poşet olduğu, bu poşet içerisinde de satışa hazır vaziyette, şeffaf jelatinlere sarılı, yeşil renkli, daralı ağırlıkları 7,39 - 7,00 - 6,94 - 6,92 - 6,90 - 6,85 - 6,83 ve 6,82 gram gelen 8 parça plaka hâlinde, daralı ağırlıkları 12,80 - 7,45- 7,25 - 7,10 - 7,05 - 6,93 - 6,87 - 6,85 ve 6,83 gram gelen 9 parça toz hâlinde olmak üzere toplam 17 parça esrar ele geçirildiği, yakalanarak Erciyes Polis Merkezi Amirliğine getirilen sanığın burada yapılan üst aramasında ise pantolon ve montunun ceplerinde, dağınık vaziyette toplam 560 ABD doları ile 1000 Türk Lirası bulunduğu,

İstanbul Polis Kriminal Laboratuvarınca düzenlenen 05.01.2011 tarihli uzmanlık raporuna göre; 8 parça hâlindeki yeşil renkli plaka maddelerin net toplam 50 gram, 9 parça hâlindeki yeşil renkli toz maddelerin net toplam 63,8 gram esrar olduğu,

Sanığın soruşturma evresinde .... Vatanperver Sokak, No: 26 Fatih/İstanbul adresinde ikamet ettiğini bildirdiği,

Açık kaynaklar üzerinden yapılan sorgulamada, sanığın kolluk görevlilerince görüldüğü İkiz (Kardeşler) Sokak ile bu sokaktan çıkarak yaya olarak uzaklaştığı ve görevlilerce yapılan takip üzerine yakalandığı yer olan Şenol Güneş Parkının, soruşturma evresinde bildirdiği ikamet adresinin aksi istikametinde olduğu, anlaşılmıştır.

Sanık ...; ele geçirilen uyuşturucu maddeleri Edirnekapı'da tanımadığı bir şahıstan kullanmak amacıyla ve üzerinde ele geçirildiği şekliyle satın aldığını, evine gittiği sırada Akdeniz Caddesi üzerinde polislerin durdurarak yaptıkları aramada esrarı bulduklarını, üzerinde ele geçirilen paraların da kendisine ait olduğunu, pazarcılık yaptığı için o kadar paranın üzerinde bulunduğunu, bir ay boyunca pazara çıktığı için bulamayacağı kaygısıyla bu miktarda uyuşturucu madde aldığını, uyuşturucu madde ticareti yapmadığını savunmuştur.

5237 sayılı TCK'nın “Uyuşturucu veya uyarıcı madde imal ve ticareti” başlıklı 188. maddesinin suç ve hüküm tarihininde yürürlükte bulunan 3. fıkrası; “Uyuşturucu veya uyarıcı maddeleri ruhsatsız veya ruhsata aykırı olarak ülke içinde satan, satışa arz eden, başkalarına veren, sevk eden, nakleden, depolayan, satın alan, kabul eden, bulunduran kişi, beş yıldan onbeş yıla kadar hapis ve yirmibin güne kadar adlî para cezası ile cezalandırılır.” biçiminde olup, madde gerekçesinde de vurgulandığı gibi üçüncü fıkrada, uyuşturucu ve uyarıcı madde ticaretine ilişkin çeşitli fiiller, ayrı bir suç olarak tanımlanmıştır. Buna göre; uyuşturucu veya uyarıcı maddelerin ruhsatsız veya ruhsata aykırı olarak ülke içinde satışı, satışa arzı, başkalarına verilmesi, sevk edilmesi, nakli, depolanması ya da kazanç amacıyla satın alınması, kabul edilmesi veya bulundurulması, bir ve ikinci fıkralara göre ayrı bir suç oluşturmaktadır. Fıkradaki suçun oluşabilmesi için maddede belirtilen seçimlik hareketlerden herhangi birisinin yapılmış olması gerekir.

Aynı Kanun'un “Kullanmak için uyuşturucu veya uyarıcı madde satın almak, kabul etmek veya bulundurmak” başlıklı 191. maddesinin suç ve hüküm tarihininde yürürlükte bulunan 1. fıkrası ise; “Kullanmak için uyuşturucu veya uyarıcı madde satın alan, kabul eden veya bulunduran kişi, bir yıldan iki yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.” şeklinde düzenlenmiş olup, kullanmak için uyuşturucu veya uyarıcı madde satın almak, kabul etmek veya bulundurmak fiilleri suç olarak tanımlanmıştır.

Uyuşturucu madde bulundurma eyleminin, kullanmak için uyuşturucu madde bulundurmak suçunu mu, yoksa uyuşturucu madde ticareti suçunu mu oluşturduğunun tespitinde belirgin rol oynayan husus, bulundurmanın amacıdır. Ceza Genel Kurulunun 06.03.2012 tarihli ve 387-75 sayılı ile 20.02.2018 tarihli ve 10-57 sayılı kararları başta olmak üzere bir çok kararında da belirtildiği üzere, uyuşturucu madde bulundurmanın, hangi maksada matuf olduğunun belirlenmesinde dikkate alınması gereken ve öğreti ile uygulamada da kabul görmüş olan bazı kriterler bulunmaktadır.

Bunlardan ilki; failin bulundurduğu uyuşturucu maddeyi başkasına satma, devir veya tedarik etmek hususunda herhangi bir davranış içine girip girmediğidir.

İkinci kriter, uyuşturucu maddenin bulundurulduğu yer ve bulunduruluş biçimidir. Kişisel kullanım için uyuşturucu madde bulunduran kimse, bunu her zaman kolaylıkla erişebileceği bir yerde, örneğin genellikle evinde veya iş yerinde bulundurmaktadır. Buna karşın uyuşturucunun ev veya iş yerine uzakta, çıkarılıp alınması güç ve zaman gerektiren depo, mağara, samanlık gibi bir yere gizlemesi kullanma dışında bir amaçla bulundurulduğunu gösterebilir. Yine, uyuşturucunun çok sayıda özenli olarak hazırlanmış küçük paketçikler hâlinde olması, her paketçiğin içine hassas biçimde yapılan tartım sonucu aynı miktarda uyuşturucu madde konulmuş olması, uyuşturucu maddenin ele geçirildiği yerde veya yakınında, hassas terazi ve paketlemede kullanılan ambalaj malzemelerinin bulunması, kullanım dışında bir amaçla bulundurulduğu hususunda önemli belirtilerdir.

Üçüncü kriter de, bulundurulan uyuşturucu maddenin çeşit ve miktarıdır. Uyuşturucu madde kullanan kimse genelde bir ya da benzer etki gösteren iki değişik uyuşturucu maddeyi bulundurur. Bu nedenle değişik nitelikte ve farklı etkileri olan eroin, kokain, esrar ve amfetamin içeren tabletleri birlikte bulunduran sanığın bunları satmak amacıyla bulundurduğu kabul edilebilir. Kişisel kullanım için kabul edilebilecek miktar, kişinin fiziksel ve ruhsal yapısı ile uyuşturucu veya uyarıcı maddenin niteliğine,cinsine ve kalitesine göre değişiklik göstermekle birlikte, Adli Tıp Kurumunun mütalaalarında esrar kullananların her defasında 1-1,5 gram olmak üzere günde üç kez esrar tüketebildikleri bildirilmektedir. Esrar kullanma alışkanlığı olanların bunları göz önüne alarak, birkaç aylık ihtiyaçlarını karşılayacak miktarda esrar maddesini ihtiyaten yanlarında veya ulaşabilecekleri bir yerde bulundurabildikleri de adli dosyalara yansıyan ve bilinen bir husustur. Buna göre, esrar kullanan faillerin olağan sayılan bu süre içinde kişisel olarak kullanıp tüketebilecekleri miktarın üzerinde esrar maddesi bulundurmaları hâlinde, bulundurmanın kişisel kullanım amacına yönelik olmadığı kabul edilmelidir.

Öte yandan, amacı somut olayda maddi gerçeğe ulaşarak adaleti sağlamak, suç işlediği sabit olan faili cezalandırmak, kamu düzeninin bozulmasını önlemek ve bozulan kamu düzenini yeniden tesis etmek olan ceza muhakemesinin en önemli ve evrensel nitelikteki ilkelerinden birisi de, insan haklarına dayalı, demokratik rejimle yönetilen ülkelerin hukuk sistemlerinde bulunması gereken, öğreti ve uygulamada; "suçsuzluk" ya da "masumiyet karinesi" şeklinde, Latincede ise "in dubio pro reo" olarak ifade edilen "şüpheden sanık yararlanır" ilkesidir. Bu ilkenin özü, ceza davasında sanığın mahkûmiyetine karar verilebilmesi açısından göz önünde bulundurulması gereken herhangi bir soruna ilişkin şüphenin, mutlak surette sanık yararına değerlendirilmesidir. Oldukça geniş bir uygulama alanı bulunan bu kural, dava konusu suçun işlenip işlenmediği, işlenmişse sanık tarafından işlenip işlenmediği ya da gerçekleştiriliş şekli hususunda herhangi bir şüphe belirmesi hâlinde uygulanabileceği gibi, suç niteliğinin belirlenmesi bakımından da geçerlidir. Ceza mahkûmiyeti, toplanan delillerin bir kısmına dayanılıp, diğer kısmı göz ardı edilerek ulaşılan kanaate veya herhangi bir ihtimale değil, kesin ve açık bir ispata dayanmalı, bu ispat, hiçbir şüphe ya da başka türlü oluşa imkân vermemelidir. Yüksek de olsa bir ihtimale dayanılarak sanığı cezalandırmak, ceza muhakemesinin en önemli amacı olan gerçeğe ulaşmadan hüküm vermek anlamına gelecektir.

Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konuları birlikte değerlendirildiğinde;

Yapılan istihbarat çalışmaları sırasında “.... İkiz Sokak içerisinde, 55-60 yaşlarında, kır saçlı, 165-170 cm boylarında, düzgün giyimli, Mustafa isminde bir şahsın uyuşturucu madde sattığı” bilgisine ulaşan ve bahsi geçen yere giderek eşkâl bilgileri belirtilen şahsı beklemeye başlayan görevlilerin, bir süre sonra eşkâle uygun sanığı sokak içerisinde görüp izlemeye ve takip etmeye başladıkları, sanığın sürekli olarak cep telefonu ile görüştüğünü, sokak içerisinde dolaştığını, bir süre sonra bahse konu sokaktan çıkıp yaya olarak hızlı bir şekilde uzaklaşmaya başladığını gördükleri, görevlilerce takibine devam edilen sanığın 500 metre kadar ileride etrafına bakındığını ve tedirgin olduğunun gözlendiği, Akdeniz Caddesi üzerinde bulunan Şenol Güneş Parkı önüne geldiğinde ise aniden hızlandığı görülen sanığın görevlilerce durdurulduğu, yapılan kaba üst yoklamasında montunun sol dış cebinde bulunan poşette toplam 17 parça esrar ele geçirildiği, Erciyes Polis Merkezi Amirliğinde yapılan üst aramasında ise pantolon ve montunun ceplerinde dağınık vaziyette toplam 560 ABD doları ile 1000 Türk Lirası bulunduğu anlaşılan olayda; yapılan istihbarat çalışmaları sonucunda uyuşturucu madde sattığı bilgisine ulaşılan sanığın ismi, yaşı, saç rengi, boyu ve giyimi ile uyuşturucu satışı yaptığı yere ilişkin bilgi elde edilmesi, istihbarat bilgisinin doğruluğunu araştırmak üzere adı geçen yere giden görevlilerin, bir süre sonra edinilen eşkâl bilgisi ile uyumlu olduğu görülen sanığın geldiğini, sürekli olarak cep telefonu ile görüşüp sokak içerisinde dolaştığını görmeleri, sokaktan çıkarak hızlı bir şekilde uzaklaşmaya başladığı görülen ve görevlilerce takibe alınan sanığın sürekli olarak etrafına bakınıp tedirgin olduğunun ve kısa bir süre sonra aniden hızlandığının görülmesi, üzerindeki montunun sol dış cebinde bulunan poşette bir kısmı plaka, bir kısmı ise toz hâlinde ve ayrı ayrı şeffaf poşetler içerisinde toplam 17 parça hâlinde suç konusu esrarların ele geçirilmesi, her bir şeffaf poşetteki esrar gramajlarının yaklaşık aynı miktarlarda olmaları, sanığın görevlilerce görüldüğü İkiz Kardeşler Sokaktan çıkıp yaya olarak uzaklaşması sonrasında durdurulduğu yer olan Şenol Güneş Parkının ikametinin aksi istikametinde olması karşısında; sanığın, suça konu uyuşturucu maddeleri kullanmak için satın aldığına ve evine doğru giderken yakalandığına ilişkin savunmasına itibar edilemeyeceği anlaşıldığından, sanığın suç konusu uyuşturucu maddeleri ticaret amacıyla bulundurulduğunun kabulü gerekmektedir.

Öte yandan, üst yoklamasında ayrı ayrı şeffaf poşetlerde, satışa hazır ve 17 parça hâlinde esrar ele geçirilen sanığın, uyuşturucu madde kullandığının teknik yöntemlerle de saptanmadığı dikkate alındığında, suç konusu uyuşturucu maddeleri içmek için bulundurduğuna yönelik savunmasının, uyuşturucu madde ticareti yapma suçunu gizlemeye ve bu suçun cezasından kurtulmaya yönelik olduğunun, bu bağlamda kullanmak için uyuşturucu madde bulundurma suçunun sübut bulmadığının kabulü gerekmektedir.

Bu itibarla, Yerel Mahkemenin direnme kararına konu hükümlerinin, sanığın; uyuşturucu maddeticareti yapma suçundan mahkûmiyeti yerine beraatine, kullanmak için uyuşturucu madde bulundurma suçundan ise beraati yerine mahkûmiyetine karar verilmesi isabetsizliklerinden bozulmasına karar verilmelidir.

Çoğunluk görüşüne katılmayan bir Ceza Genel Kurulu üyesi; sanığın uyuşturucu madde ticareti yapma suçundan beraatine, kullanmak için uyuşturucu madde bulundurma suçundan mahkûmiyetine dair Yerel Mahkemece verilen hükümlerde bir isabetsizlik bulunmadığı düşüncesi ile karşı oy kullanmıştır.

SONUÇ: Açıklanan nedenlerle;

  • İstanbul 7. Ağır Ceza Mahkemesinin 27.05.2014 tarihli ve 11-219 sayılı direnme kararına konu olan hükümlerinin, sanığın; uyuşturucu madde ticareti yapma suçundan mahkûmiyeti yerine beraatine, kullanmak için uyuşturucu madde bulundurma suçundan ise beraati yerine mahkûmiyetine karar verilmesi isabetsizliklerinden BOZULMASINA,
  • Dosyanın mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİ EDİLMESİNE,

22.11.2018 tarihinde yapılan müzakerede oy çokluğuyla karar verildi.

YUKARI GİT



HGK KUSUR İNCELEMESİ

T.C. YARGITAY HUKUK GENEL KURULU Esas No: 2017/1574 Karar No: 2017/1357 Karar Tarihi: 15.11.2017

YARGITAY KARARI

MAHKEMESİ: Aile Mahkemesi

Taraflar arasındaki “boşanma” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda Ankara 2. Aile Mahkemesince davanın kabulüne dair verilen 13.12.2012 gün ve 2012/1 E., 2012/1655 K. sayılı kararının taraf vekillerince temyizi üzerine Yargıtay 2. Hukuk Dairesi’nin 26.09.2013 gün ve 2013/8256 E., 2013/22027 K. sayılı kararı ile:

  • Dosyadaki yazılara kararın dayandığı delillerle kanuna uygun sebeplere ve özellikle delillerin takdirinde bir yanlışlık görülmemesine göre davacı kocanın tüm, davalı kadının aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan sair temyiz itirazları yersizdir.
  • Mahkemece, tarafların eşit kusurlu oldukları kabul edilerek boşanmalarına karar verilmiş ise de; yapılan yargılama ve toplanan delillerden davalı kadının cinsellikten kaçındığı, davacı kocanın ise eşiyle ilgilenmediği, gece geç saatlerde geldiği, ailesiyle birlikte oturmaya zorladığı, eşini baba evine bırakarak ayrılma iradesi gösterdiği anlaşılmaktadır. Tarafların kusurları dikkate alındığında evlilik birliğinin temelinden sarsılmasında ve boşanmaya neden olan olaylarda, iki tarafında kusurlu olduğu gerçekleşmiş ise de, davacı kocanın daha ağır kusurlu, kadının ise az kusurlu olduğunun kabulü gerekmektedir. Mahkemenin, boşanmaya neden olan olaylarda, tarafları eşit kusurlu olarak belirlemesi ve bu hatalı kusur belirlemesine göre davalı kadının maddi tazminat (TMK.md.174/1) ve manevi tazminat (TMK.md.174/2) taleplerinin reddi doğru olmamıştır.

gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

HUKUK GENEL KURULU KARARI

Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kâğıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:

Dava evlilik birliğinin sarsılması hukuki sebebine dayalı boşanma istemine ilişkindir.

Davacı erkek vekili, taraflar arasında evliliğin ilk aylarında cinsel ilişkinin gerçekleşmediğini, ilerleyen zamanlarda ise davalının müvekkilinden sürekli uzak durarak müvekkilini asık suratla karşıladığını, aksi ve kıskanç bir tutum sergilediğini, evi temiz tutmadığını, son olarak davalının kendi isteğiyle ablasının evine bırakıldığını ve bir yıldır ayrı yaşadıklarını ileri sürerek boşanma kararı verilmesini talep etmiştir.

Davalı kadın vekili, yeni evli olmanın yaşattığı stres nedeniyle evliliğin ilk 1,5-2. aylarında tarafların ilişkiye giremediklerini, ancak evlendikten 1,5 ay sonra bu sıkıntılı durumun aşıldığını, davacının iddialarının gerçek dışı olduğunu, davacının sürekli müvekkiline hakaret ettiğini ve şiddet uyguladığını, eve geç saatlerde geldiğini belirterek tam kusurlu olan davacının boşanma davasının reddine, hiçbir geliri olmayan müvekkili lehine 1.000, -TL tedbir ve yoksulluk nafakasına, 20.000,- TL maddi, 20.000, -TL manevi tazminata hükmedilmesini istemiştir.

Yerel Mahkemece davalı kadının cinsel ilişkiden kaçındığı, davacı kocanın da evine ve eşine ilgisiz olduğu, ayrılma iradesi gösterdiği, bağımsız konut açmadığı, eşit kusurlu davranışları sonucu evlilik birliğinin sarsıldığı gerekçesiyle tarafların boşanmalarına, şartları oluşmadığından maddi ve manevi tazminat talebinin reddine, herhangi bir geliri olmayan ve çalışmayan davalı lehine 250, -TL yoksulluk nafakasına hükmedilmesine karar verilmiştir.

Taraf vekillerinin temyizi üzerine karar, Özel Dairece yukarıda başlık kısmında açıklanan gerekçelerle bozulmuştur.

Yerel mahkemece önceki gerekçeler tekrar edilmek suretiyle tarafların eşit kusurlu olduğu ve Türk Medeni Kanunu'nun (TMK) 174/2. maddesinde boşanmaya sebebiyet vermiş olan olaylar yüzünden kişilik hakları saldırıya uğrayan tarafın kusurlu olandan manevi tazminat isteyebileceğinin öngörüldüğü, somut olayda erkeğin boşanmaya neden olan eylemlerinin kişilik haklarına saldırı niteliğinde olmadığı, davacının daha kusurlu olduğunun kabul edilmesi halinde dahi manevi tazminata hükmedilmeyeceği belirtilerek, verilen direnme kararını davalı vekili temyize getirmiştir.

Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık, boşanmaya neden olan olaylarda tarafların eşit kusurlu olup olmadığı, burada varılacak sonuca göre davalı kadın yararına maddi ve manevi tazminata hükmedilmesinin gerekip gerekmediği noktasında toplanmaktadır.

Bilindiği üzere, boşanmanın dayandığı temel ilkelerden biri "kusur" ilkesidir. Kusur ilkesine göre genel sebeple (TMK.m. 166/1.) boşanmaya karar verebilmek için eşlerden birinin mutlaka kusurlu olması gerekir. Boşanma davasını açmak hakkı kusursuz ya da az, eşit veya fazla kusurlu eşindir. Boşanma davasını tam kusurlu eş açamaz (GENÇCAN, Ö.U: 6100 Sayılı HMK Hükümlerine Göre Boşanma Tazminat ve Nafaka Hukuku, Bilimsel Açıklama ve Son İçtihatlar, Ankara 2013, s.128, 129).

Kusur ilkesi TMK'nın 174. maddesinin birinci ve ikinci fıkralarında düzenlenen maddi ve manevi tazminat taleplerinin istenmesinde de önemli bir role sahiptir.

Maddi ve manevi tazminat talepleri boşanmanın eşlerle ilgili mali sonuçlarından biridir. (GENÇCAN, Ö.U, s. 952).

Anılan Kanunun 174. maddesinin birinci fıkrası uyarınca, mevcut veya beklenen bir menfaati boşanma yüzünden haleldar olan kusursuz ya da daha az kusurlu tarafın, kusurlu taraftan uygun bir maddi tazminat isteyebileceği belirtilmiş; ikinci fıkrasında ise boşanmaya sebep olan olaylar yüzünden kişilik hakkı saldırıya uğrayan tarafın kusurlu olan diğer taraftan manevi tazminat olarak uygun bir para isteyebileceği öngörülmüştür.

Maddenin anlatımından da anlaşılacağı üzere maddi tazminat istenebilmesi, tazminat isteyenin kusursuz veya daha az kusurlu olması, tazminat istenenin kusurlu olması yanında bir zararın ile nedensellik bağı ve hukuka aykırılık unsurlarının gerçekleşmesine bağlıdır. Buna göre mevcut veya beklenen menfaatleri boşanma yüzünden zedelenmiş olan eş, kusursuz veya az kusurlu ise maddi tazminata hükmedilebilir.

Maddi tazminat yanında manevi tazminat istenebilmesi için de bazı koşulların varlığı aranır. Şöyle ki; kusurlu taraftan uygun bir manevi tazminat istenebilmesi için boşanmaya sebep olan olaylar yüzünden kişilik hakkı saldırıya uğrayan tarafın kusursuz ya da daha az kusurlu olması gerektiği anlaşılmaktadır.

Bu açıklamalar ışığında somut olayda dinlenen taraf tanıklarının beyanları, dosya içerisine ibraz edilen diğer bilgi ve belgeler değerlendirildiğinde; davacı erkeğin eşiyle ilgilenmediği, gece geç saatlerde geldiği, gece vakti eşini ablasının evine bırakmak suretiyle birlikte yaşamaktan kaçındığı, buna karşılık davalı kadının da cinsel ilişkiden kaçındığı belirlenmiştir.

Gerçekleşen bu durum karşısında tarafların eşit kusurlu olduğunun kabul edilmesi mümkün değildir.

Hâl böyle olunca uyuşmazlığa konu davada davacı erkeğin ağır kusurlu olduğu dikkate alınarak davalı kadının maddi ve manevi tazminat (TMK m. 174/1, 2) taleplerinin kabulüne karar verilmesi gerekirken reddi doğru görülmemiştir.

Yukarıda açıklanan nedenlerle, Özel Daire bozma kararında belirtilen gerekçelerle, Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.

Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.

SONUÇ : Davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, karar düzeltme yolu açık olmak üzere , 15.11.2017 tarihinde oybirliği ile karar verildi.

YUKARI GİT



TRAFİK KAZASINDAN KAYNAKLANAN ÖLÜM NEDENİYLE TAZMİNAT İSTEMİ

T.C. YARGITAY 17. Hukuk Dairesi Esas No: 2016/7624 Karar No: 2018/10877 Karar Tarihi: 19.11.2018

  • TRAFİK KAZASINDAN KAYNAKLANAN ÖLÜM NEDENİYLE TAZMİNAT İSTEMİ ( Dosya Kapsamından Desteğin Davalı Sürücünün Arkadaşı Olduğu ve Olay Günü Gezme Amaçlı Davalının Aracında Yolcu Olarak Bulunur İken Davaya Konu Kazanın Meydana Geldiğinin Anlaşıldığı/Davalının Yargılama Aşamasında Desteğin Aracında Hatır İçin Taşındığını Savunduğu -Gerekçede Olayda Hatır Taşıması Olduğu Kabul Edildiği/Hatır Taşıması Nedeniyle Davalı Bakımından Tazminattan %20 Oranında Hatır Taşıması İndirimi Yapılması Gerektiği )
  • DESTEĞİN DAVALININ ALKOLLÜ OLDUĞUNU BİLMESİ ( Destek ve Davalı Arkadaş Olduğu/Alkollü Sürücünün Aracına Bilerek Binmenin Zararın Doğmasına veya Artmasına Sebebiyet Verdiği - Destek Yolcunun Müterafik Kusuru Nedeniyle Tazminattan %20 Oranında İndirim Yapılması Gerektiği Ancak Hükme Esas Alınan Kusur Bilirkişi Raporunda Davacıya Emniyet Kemeri Takmaması Nedeniyle %10 Oranında Kusur Verildiği/Hükmedilen Tazminattan %10 Daha Müterafik Kusur İndirimi Yapılması Gerektiği )
  • MÜTERAFİK KUSUR ( Destek ve Davalı Arkadaş Olup Dosya Kapsamından Desteğin Davalı Sürücünün Alkollü Olduğunu Bilerek Aracına Bindiği/Alkollü Sürücünün Aracına Bilerek Binmek Zararın Doğmasına veya Artmasına Sebebiyet Verdiği - Destek Yolcunun Kusuru Nedeniyle Tazminattan %20 Oranında İndirim Yapılması Gerektiği Ancak Hükme Esas Alınan Kusur Bilirkişi Raporunda Davacıya Emniyet Kemeri Takmaması Nedeniyle %10 Oranında Kusur Verildiği/Hükmedilen Tazminattan %10 Daha Kusur İndirimi Yapılması Gerektiği )
  • UZUN SÜRELİ VE ÜÇÜNCÜ KİŞİLERİ BAĞLAYACAK GÜÇTE BİR KİRA SÖZLEŞMESİ ( Bulunup Bulunmadığı Aracın Fiilen Teslim Edilip Edilmediği Ekonomik Yararlanmanın Kime Ait Olduğu Kira Sözleşmesi ve Bedelinin Maliye - Vergi Dairelerine Bildirilip Bildirilmediğinin Araştırılacağı - Ticari Defter ve Kayıtları Üzerinde Bilirkişi İncelemesi Yaptırılarak Kira Sözleşmesinin Yan Delillerle Desteklenip Desteklenmediği ve Davalının İşletenlik Sıfatının Devam Edip Etmediği Hususları Tartışılarak Sonucuna Göre Karar Verilmesi Gerektiği )

6098/m. 52

818/m. 44

2918/m. 3, 85

ÖZET : Dava, trafik kazasından kaynaklanan ölüm nedeniyle maddi ve manevi tazminat istemine ilişkindir. Dosya kapsamından desteğin davalı sürücünün arkadaşı olduğu ve olay günü gezme amaçlı davalının aracında yolcu olarak bulunur iken davaya konu kazanın meydana geldiği anlaşılmaktadır. Davalı yargılama aşamasında desteğin aracında hatır için taşındığını savunmuştur. Mahkeme gerekçesinde olayda hatır taşıması olduğu kabul edildiği halde, hatır taşıması nedeniyle davalı bakımından tazminattan %20 oranında hatır taşıması indirimi yapılması gerekir.

Destek ve davalı arkadaş olup dosya kapsamından desteğin davalı sürücünün alkollü olduğunu bilerek aracına bindiği anlaşılmaktadır. Alkollü sürücünün aracına bilerek binmek zararın doğmasına veya artmasına sebebiyet vermektedir. Mahkemece, destek yolcunun müterafik kusuru nedeniyle tazminattan %20 oranında indirim yapılması gerektiği ancak hükme esas alınan kusur bilirkişi raporunda davacıya emniyet kemeri takmaması nedeniyle %10 oranında kusur verildiği anlaşılmakla, bu nedenle hükmedilen tazminattan %10 daha müterafik kusur indirimi yapılması gerekir.

Mahkemece taraflar arasında uzun süreli ve üçüncü kişileri bağlayacak güçte bir kira sözleşmesinin bulunup bulunmadığı, aracın fiilen teslim edilip edilmediği, ekonomik yararlanmanın kime ait olduğu, kira sözleşmesi ve kira bedelinin Maliye ve vergi dairelerine bildirilip bildirilmediği, gerektiğinde işleten ve kiracının ticari defter ve kayıtları üzerinde konusunda uzman bir bilirkişi marifetiyle inceleme yaptırılmak suretiyle, kira sözleşmesinin fatura, ruhsat ve cari hesap hareketleri gibi yan delillerle desteklenip desteklenmediği, davalı ...Ş.'nin işletenlik sıfatının devam edip etmediği hususları tartışılarak sonucuna göre karar verilmesi gerekir.

DAVA : Taraflar arasındaki tazminat davasının yapılan yargılaması sonunda; kararda yazılı nedenlerden dolayı davanın kısmen kabulüne dair verilen hükmün süresi içinde davalılar İş... A.Ş., ... ve ... vekilleri tarafından temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi gereği düşünüldü:

KARAR : Davacılar vekili, davalının aracında yolcu olan murisin, diğer davalıların maliki ve sürücüsü olduğu biçerdöverle karıştığı kaza sonucu vefat etmesi nedeniyle destekten yoksun kalan murisin anne ve babası için fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla ayrı ayrı 2.000,00'er TL maddi, 40.000,00'er TL manevi tazminatın olay tarihinden itibaren yasal faiziyle davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsilini talep etmiş, ıslah dilekçesiyle maddi tazminat talebini davacı için 9.369,00 TL, ... için 11.162,00 TL'ye yükseltmiştir.

Davalı ...Ş. vekili, finansal kiralama sözleşmesiyle kazaya karışan biçerdöverin işletenin ... olması nedeniyle husumet ve esas yönünden davanın reddini savunmuştur.

Davalı vekili, davalılar arasında teselsül bulunmadığını, müvekkilinin kusurlu olmadığını, alkollü kişinin aracına binmesi ve emniyet kemeri bağlamaması nedeniyle müterafik kusurlu olduğunu, istenen manevi tazminatın ... olduğunu beyanla davanın reddini savunmuştur.

Davalı vekili, müvekkilinin kusurlu olmadığını, müteveffanın hatır için taşındığını, istenen tazminat miktarlarının fahiş olduğunu beyanla davanın reddini savunmuştur.

Mahkemece, toplanan deliller ve benimsenen bilirkişi raporuna göre, davanın kısmen kabul kısmen reddi ile davacı Süheyla için 12.000,00 TL manevi tazminatın davacı için 12.000,00 TL manevi tazminatın, davacı ... için 9.369,00 TL maddi tazminatın, davacı ... için 11.162,00 TL maddi tazminatın kaza tarihi olan 15.07.2012 tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte davalılardan müteselsilen ve müştereken tahsili ile davacılar yana verilmesine, mahkememizde devam eden yargılama esnasında biçerdöver üzerine konulan ihtiyati tedbirlerin kaldırılmasına bu hususta ilgili yere müzekkere yazılmasına, fazlaya ilişkin taleplerin reddine karar verilmiş; hüküm davalı ...Ş. vekili, davalı vekili ve davalı tarafından temyiz edilmiştir.

  • Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle gerektirici sebeplere göre, davalı vekili ve davalının yerinde görülmeyen sair temyiz itirazlarının reddine karar vermek gerekmiştir.

  • Dava, trafik kazasından kaynaklanan ölüm nedeniyle maddi ve manevi tazminat istemine ilişkindir.

    Hatır taşımaları bir menfaat karşılığı olmadığı cihetle, bu gibi taşımalarda 818 Sayılı BK'nin 43.(6098 Sayılı TBK'nin 51.) maddesi uyarınca tazminattan uygun bir indirim yapılması, gerek öğretide gerekse Yargıtay İçtihatlarında benimsenmiş ve yerleşmiş bulunmaktadır.

    Hakim tazminattan mutlaka indirim yapmak zorunda değilse de, bunun dahi gerekçesini kararında tartışması ve nedenlerini göstermesi gerekir.

    Somut olayda, destek iki taraflı kazada davalının aracında yolcu konumunda olup dava hem desteğin yolcusu olduğu aracın sürücüsüne, hem de karşı aracın sürücü ve malikine karşı açılmıştır. Dosya kapsamından desteğin davalı sürücünün arkadaşı olduğu ve olay günü gezme amaçlı davalının aracında yolcu olarak bulunur iken davaya konu kazanın meydana geldiği anlaşılmaktadır. Davalı yargılama aşamasında desteğin aracında hatır için taşındığını savunmuştur. Mahkeme gerekçesinde olayda hatır taşıması olduğu kabul edildiği halde, hatır taşıması nedeniyle davalı bakımından tazminattan %20 oranında hatır taşıması indirimi yapılması gerekirken, hatır taşıması indirimi yapılmaması doğru değildir.

  • Zararın meydana gelmesinde veya artmasında mağdurun da kusurunun bulunması halinde söz konusu olan müterafik kusur Borçlar Kanunu'nun 44. maddesinde (6098 Sayılı TBK madde 52. md.) düzenlenmiştir. Buna göre zarara uğrayan, zarar doğuran eyleme razı olmuş veya kendisinin sebep olduğu hal ve şartlar zararın meydana gelmesine etki yapmış veya tazminat ödevlisinin durumunu diğer bir surette ağırlaştırmış ise, hakim tazminat miktarını hafifletebilir.

    Somut olayda, davalılar desteğin sürücüsünün alkollü olduğunu bildiği araca binmesi nedeniyle müterafik kusurlu olduğunu savunmuştur. Destek ve davalı arkadaş olup dosya kapsamından desteğin davalı sürücünün alkollü olduğunu bilerek aracına bindiği anlaşılmaktadır. Mahkemece bilirkişi raporuna göre desteğin emniyet kemeri takmaması nedeniyle %10 kusurlu olduğu kabul edilerek tazminata hükmedilmiştir. Alkollü sürücünün aracına bilerek binmek zararın doğmasına veya artmasına sebebiyet vermektedir. Mahkemece, 6098 Sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun 52. maddesi (818 Sayılı BK 44.) gereğince destek yolcunun müterafik kusuru nedeniyle tazminattan %20 oranında indirim yapılması gerektiği ancak hükme esas alınan kusur bilirkişi raporunda davacıya emniyet kemeri takmaması nedeniyle %10 oranında kusur verildiği anlaşılmakla, bu nedenle hükmedilen tazminattan %10 daha müterafik kusur indirimi yapılması gerektiğinin gözetilmemesi doğru görülmemiştir.

  • 2918 Sayılı Karayolları Trafik Kanunu hükümlerine göre, trafik kaydı "işleteni" kesin olarak gösteren bir karine değilse de, onun kim olduğunu belirleyen güçlü bir kanıt niteliğindedir. Ancak, trafik kaydına rağmen işletenliğin üçüncü kişi üzerinde bulunmasını engelleyen bir yasa hükmü yoktur. Aynı yasanın 3. maddesinde, "İşleten: Araç sahibi olan veya mülkiyeti muhafaza kaydıyla satışta alıcı sıfatıyla sicilde kayıtlı görülen veya aracın uzun süreli kiralama, ariyet veya rehin gibi hallerde kiracı, ariyet veya rehin alan kişidir. Ancak, ilgili tarafından başka bir kişinin aracı kendi hesabına ve tehlikesi kendisine ait olmak üzere işlettiği ve araç üzerinde fiili tasarrufu bulunduğu ispat edilirse, bu kimse işleten sayılır." şeklinde tanımlanmıştır. Aynı kanunun 85. maddesinde ise, "Bir motorlu aracın işletilmesi bir kimsenin ölümüne veya yaralanmasına yahut bir şeyin zarara uğramasına sebep olursa, motorlu aracın bir teşebbüsün ünvanı veya işletme adı altında veya bu teşebbüs tarafından kesilen bilet ile işletilmesi halinde, motorlu aracın işleteni ve bağlı olduğu teşebbüsün sahibi, doğan zarardan müştereken ve müteselsilen sorumlu olurlar." hükmüne yer verilmiştir.

    Bu yasal düzenleme karşısında, kazaya karışan araçların meydana getirdikleri zararlardan araç sahiplerinin hukuken sorumlu olacağı ilkesi benimsenmiş ise de, araç malikleri tarafından herhangi bir sebeple yararlanılması için bir başka kimseye devir edilmesi halinde (kısa bir süre için kiralanmaması kaydıyla) artık üzerindeki fiili hakimiyeti kalmaması ve bu sebeple ekonomik yönden de bir yararlanma olanağının kalktığı durumlarda, o araca kaza sırasında fiili hakimiyeti altında bulunduran ve ondan iktisaden yararlanan kimsenin işleten sıfatıyla meydana gelen zarardan sorumlu tutulması gerekir. Bunun sonucu olarak da, araç maliki sorumlu tutulmamalıdır. Gerek doktrinde, gerekse ...'ın uygulamalarında, kiracının işleten sıfatının belirlenmesinde, kira sözleşmesinin uzun süreli olması, araç üzerinde fiili hâkimiyet ve ekonomik yararlanma unsurlarının birlikte bulunması gerekmektedir.

    Somut olayda, davalı ...Ş. vekili müvekkilinin uzun süreli finansal kiralama işi yaptığını, hukuken işleten olmadığını, müvekkiline husumet yöneltilemeyeceğini, biçerdöverin finansal kiralama sözleşmesi ile ...'e kiralandığını ve sonraki yıllarda sözleşmenin revize edildiğini belirterek buna ilişkin belgeleri dosyaya sunmuştur. Mahkemece bu husus tartışılmamıştır. Eksik inceleme ile hüküm kurulamaz.

    Bu durumda mahkemece taraflar arasında uzun süreli ve üçüncü kişileri bağlayacak güçte bir kira sözleşmesinin bulunup bulunmadığı, aracın fiilen teslim edilip edilmediği, ekonomik yararlanmanın kime ait olduğu, kira sözleşmesi ve kira bedelinin Maliye ve vergi dairelerine bildirilip bildirilmediği, gerektiğinde işleten ve kiracının ticari defter ve kayıtları üzerinde konusunda uzman bir bilirkişi marifetiyle inceleme yaptırılmak suretiyle, kira sözleşmesinin fatura, ruhsat ve cari hesap hareketleri gibi yan delillerle desteklenip desteklenmediği, davalı ...Ş.'nin işletenlik sıfatının devam edip etmediği hususları tartışılarak sonucuna göre karar verilmesi gerekirken, eksik inceleme ile yazılı şekilde hüküm kurulması isabetli görülmemiştir.

SONUÇ : Yukarıda (1) numaralı bentte açıklanan nedenlerle davalı vekili ve davalının sair temyiz itirazlarının REDDİNE, (2) numaralı bentte açıklanan nedenlerle davalının temyiz itirazlarının, (3) nolu bentte açıklanan nedenlerle davalı vekili ve davalının temyiz itirazlarının, (4) numaralı bentte açıklanan nedenlerle davalı ...Ş. vekilinin temyiz itirazlarının kabulüyle hükmün BOZULMASINA, peşin alınan harcın istek halinde temyiz eden davalılara geri verilmesine, 19.11.2018 gününde oybirliğiyle karar verildi.

YUKARI GİT



RÜCU DAVASINA DAYANAK DAVADA İHBAR KARARININ TEBLİĞ EDİLMEMESİ

T.C. YARGITAY 17. Hukuk Dairesi Esas No: 2014/5764 Karar No: 2016/1089 Karar Tarihi: 28.01.2016

  • TRAFİK KAZASI (Destekten Yoksun Kalma Tazminatının Rücuen Tazmini İstemi - Rücu İstemine Dayanak Davada Davalıya Davanın İhbar Edilmesine Karar Verilmiş İse de Tebligat Yapılamadığı/Rücuya Tabi Olan Miktarların Tespiti Bakımından Bilirkişiden Rapor Alınarak Karar Verileceği - Savunma Hakkının Kısıtlanamayacağı)
  • SAVUNMA HAKKININ TANINMASI (Destekten Yoksun Kalma Tazminatının Rücuen Tazmini - Rücu İstemine Dayanak Davada Davalıya Davanın İhbar Edilmesine Karar Verilmiş İse de Davalıya Tebligat Yapılamadığı/Ödenmesi Gereken ve Rücuya Tabi Olan Miktarların Tespiti Bakımından Bilirkişiden Rapor Alınarak Sonucuna Göre Karar Verileceği)
  • DESTEKTEN YOKSUN KALMA TAZMİNATININ RÜCUEN TAZMİNİ İSTEMİ (Trafik Kazasından Kayanklı - Rücuya Tabi Olan Miktarların Tespiti Bakımından Bilirkişiden Rapor Alınacağı/Rücu İstemine Dayanak Davada Davalıya Davanın İhbar Edilmesine Karar Verilmiş İse de Davalıya Tebligat Yapılamadığı Gözetilerek Savunma Hakkı Tanınacağı)
  • RÜCU DAVASINA DAYANAK DAVADA İHBAR KARARININ TEBLİĞ EDİLMEMESİ (Davalının Savunma Hakkının Kısıtlanmaması Gerektiği - Mahkemece Ödenmesi Gereken ve Rücuya Tabi Olan Miktarların Tespiti Bakımından Destekten Yoksun Kalmaya İlişkin Önceki Rapor Tarihine Göre Bilirkişiden Rapor Alınacağı)

2709/m.36/1

6100/m.27

ÖZET : Dava; trafik kazasından kaynaklanan destekten yoksun kalma tazminatının rücuen tahsili istemine ilişkindir. Eldeki davada; rücu isteminin Asliye Hukuk Mahkemesince verilen karara dayandığı, söz konusu dosyada davalıya davanın ihbar edilmesine karar verilmiş ise de davalıya tebligat yapılamadığı ve davalının rücuya konu davadan iş bu dosyasının açılması ile haberdar olduğu anlaşılmıştır.Mahkemece alınan bilirkişi raporunda da destekten yoksun kalma tazminatı konusunda bir hesaplama yapılmamıştır. Davalının savunma hakkının kısıtlanmaması gerekir. O halde mahkemece, ödenmesi gereken ve rücuya tabi olan miktarların tespiti bakımından destekten yoksun kalmaya ilişkin önceki rapor tarihine göre bilirkişiden rapor alınarak sonucuna göre karar vermek gerekir.

DAVA : Taraflar arasındaki itirazın iptali davasının yapılan yargılaması sonunda; kararda yazılı nedenlerden dolayı davanın kabulüne dair verilen hükmün süresi içinde davalı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi, gereği düşünüldü:

KARAR : Davacı vekili, davalının kayıt maliki olduğu aracın sürücüsünün karışmış olduğu tek taraflı trafik kazasında araç içinde yolcu olan ...'in vefat ettiğini, ölenin yakınları tarafından aracın geçerli bir trafik sigortası bulunmaması nedeni ile davalı aleyhine açılan destekten yoksun kalma talepli davanın kabulüne karar verildiğini ve kararın icraya konulması üzerine davacı tarafından 15.08.2012 tarihinde 99.505,97TL ödeme yapıldığını, ödemenin sürücü ve kayıt malikinden rücu amacıyla başlatılan icra takibine davalı tarafından haksız yere itiraz edildiğinini belirterek takibe yapılan itirazın iptali ile davalının %40 icra inkar tazminatına hükmedilmesine karar verilmesini talep etmiştir.

Davalı vekili, aracın kaza tarihinde geçerli bir trafik sigortası bulunduğundan rücu şartlarının oluşmadığını, aracın fiili hakimiyetinin müvekkilinde bulunmadığını, takibe dayanak kararında davalıya ihbar dahi edilmediğini belirterek davanın reddini savunmuştur.

Mahkemece, toplanan delillere ve bilirkişi raporuna dayanılarak; takibe yapılan itirazın iptaline ve icra inkar tazminatı talebinin reddine karar verilmiş; hüküm, davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

  • Dosya içerisindeki bilgi ve belgelere, mahkeme kararının gerekçesinde, dayanılan delillerin tartışılıp, değerlendirilmesinde usul ve yasaya aykırı bir yön bulunmamasına göre davalı vekilinin aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan ve yerinde görülmeyen sair temyiz itirazlarının reddine karar verilmiştir.
  • Dava, trafik kazasından kaynaklanan destekten yoksun kalma tazminatının rücuen tahsili istemine ilişkindir.

TC Anayasası'nın 36/1 maddesinde "Herkes meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı merciileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir" hükmü düzenlenmiştir. Yine HUMK.nun 73. maddesi (HMK'nın 27. maddesi) uyarınca "kanunun gösterdiği istisnalar haricinde hakim her iki tarafı istima veyahut iddia ve müdafaalarını beyan etmeleri için kanuni şekillere tevfikan davet etmedikce hükmünü veremez". Bir davanın görülmesi için taraf teşkilinin sağlanması esas olup, hakimin bu hususu re'sen gözetmesi gerekir. Yargılamanın sağlıklı bir biçimde sürdürülebilmesi, iddia ve savunma ile ilgili delillerin eksiksiz toplanıp tartışılabilmesi, davanın süratle sonuçlandırabilmesi, öncelikle tarafların yargılama gününden haberdar edilmesi ile mümkündür. Kişinin hangi yargı merciinde duruşmasının bulunduğunu, hakkındaki iddia ve isnatların nelerden ibaret olduğunu bilmesi, usulüne uygun olarak tebligat yapılması ile sağlanabilir.

Eldeki davada; rücu isteminin Asliye Hukuk Mahkemesince verilen karara dayandığı, söz konusu dosyada davalıya davanın ihbar edilmesine karar verilmiş ise de davalıya tebligat yapılamadığı ve davalının rücuya konu davadan iş bu dosyasının açılması ile haberdar olduğu anlaşılmıştır.Mahkemece alınan bilirkişi raporunda da destekten yoksun kalma tazminatı konusunda bir hesaplama yapılmamış olup, davacı tarafından İstanbul 10. Asliye Hukuk Mahkemesi'nin 2011/527 esas 2012/272 dosyasına istinaden Hatay 1. İcra Müdürlüğü'nün 2012/7699 sayılı dosyasında takibe konulan tutarların birbiri ile uyumlu olduğunu belirtilmiştir. Davalının savunma hakkının kısıtlanmaması gerekir O halde mahkemece, ödenmesi gereken ve rücuya tabi olan miktarların tespiti bakımından destekten yoksun kalmaya ilişkin önceki rapor tarihine göre bilirkişiden rapor alınarak sonucuna göre karar vermek gerekirken, eksik inceleme ile yazılı şekilde hüküm kurulması isabetli bulunmamıştır.

SONUÇ : Yukarıda 1 nolu bentte açıklanan nedenlerle davalı vekilinin sair temyiz itirazlarının REDDİNE, 2 nolu bentte açıklanan nedenlerle davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile verilen hükmün BOZULMASINA, 28.01.2016 gününde oy birliği ile karar verildi.

YUKARI GİT



ARAÇ SAHİBİNİN SORUMLULUĞU-İŞLETENİN SORUMLULUĞU

T.C. YARGITAY 10. Hukuk Dairesi Esas No: 2005/44555 Karar No: 2005/8017

İlgili Kavramlar

ARAÇ SAHİBİNİN SORUMLULUĞU-İŞLETENİN SORUMLULUĞU

ÖZET: ARAÇ MALİKİNİN AYNI ZAMANDA İSTİHDAM EDEN VE ARACIN İSLETENİ DURUMUNDA OLUP OLMADIĞI, SİGORTALININ KAZA TARİHİ İTİBARİYLE, İŞLETENİN KUSURUNUN BELİRLENMESİ AÇISINDAN, EHLİYETİNİN VARLIĞI ARAŞTIRILMALI, EHLİYETSİZ KİŞİYE ARAÇ KULLANDIRTMAMIŞ İSE İŞLETEN DAHİ OLSA, SİGORTALININ KUSURUNDAN SORUMLU OLMAYACAĞI GÖZETİLMELİDİR.

İÇTİHAT METNİ: Davacı, trafik kazası sonucu ölen sigortalının haksahiplerine bağlanan peşin değerli gelirler ile yapılan harcama ve ödemeler nedeniyle uğranılan Kurum zararının rücuan ödetilmesini istemiştir.

Mahkeme, ilamında belirtildiği şekilde isteği hüküm altına almıştır.

Hükmün, davalılardan Mehmet ve İbrahim avukatı tarafından temyiz edilmesi üzerine, temyiz isteğinin süresinde olduğu anlaşıldıktan ve tetkik hakimi tarafından düzenlenen raporla dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra işin gereği düşünüldü ve aşağıdaki karar tespit edildi.

Dosyadaki yazılara, toplanan delillere ve hükmün dayandığı gerektirici sebeplere göre, davalı Mehmet'in tüm, diğer davalı İbrahim'in ise sair temyiz itirazlarının reddi gerekir.

Dava, 27.7.2000 tarihinde meydana gelen trafik kazası sonucu vefat eden sigortalının hak sahiplerine davacı Kurumca bağlanan aylığın ilk peşin değerinin 1479 sayılı Kanunun 63. maddesi hükmüne göre davalılardan rücan tahsili istemine ilişkin olup; mahkemece, davalı İbrahim'in, kusurlu Bağ-Kurlunun kullandığı aracın, kaza tarihindeki maliki sıfatıyla Kurumun rücu alacağından sorumluluğuna karar verilmiştir.

Bu yönde; 1479 sayılı Kanunun 63. maddesi kapsamında rücu edilecek kişilerin sorumlulukları; öncelikle üçüncü kişinin suç sayılan hareketi ile yasada belirtilen sosyal sigorta yardımlarının yapılmasını gerektiren bir halin doğması ve sigortalı ya da haksahiplerine bu yardımların yapılması koşuluna bağlanmıştır.

Bu davada somutlaşan olayda davalılardan sürücü Mehmet'in % 75, sürücü Bağ-Kurlunun % 25 kusurlu olduğu tespit edilmiş ve sigortalının haksahiplerine Bağ-Kur'ca ölüm sigortasından aylık bağlanmıştır.

Davalı İbrahim'in rücu alacağından sorumluluğuna dayanak kılınan 1479 sayılı Kanunun 63. maddesinin 3396 sayılı Kanunla değiştirilen 2. fıkrasında yeralan "...araç maliklerine..." ibaresi; Anayasa Mahkemesinin 27.3.2000 tarih ve 2001/343 E., 2002/41 K. sayılı kararıyla iptal edilmiş ve iptal kararı 13.11.2002 gün ve 24935 sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe girmiştir.

Bu durumda; araç malikinin 1479 sayılı Kanunun 63. maddesi kasanımda Kurumun rücu alacağından sorumluluğu ancak anılan yasanın öngördüğü "diğer sorumlular" kavramı kapsamında 2918 sayılı Kanunun 3.maddesi hükmünde öngörülen tanım çevresinde işleten sıfatına haiz bulunması; bir başka anlatımla trafik sicilinde adına kayıtlı bulunan araç üzerindeki fiili hakimiyeti ile aracın tehlikesi kendisine ait olmak üzere kendi nam ve hesabına işletiyor olması halinde mümkündür. Davalı İbrahim'in, sigortalının kullandığı aracın işleteni olup olmadığı araştırılmamıştır. Ayrıca, sigortalının kaza tarihi itibariyle ehliyetnamesinin olup olmadığı, bu bağlamda işleten için ehliyetsiz kişiye araç kullandırtmadan dolayı kusurunun saptanamaması halinde davalı araç malikinin işleten sıfatına haiz bulunsa bile, sigortalının kusurundan sorumlu tutulamayacağı dikkate alınmamıştır.

Mahkemece yapılacak iş; araç maliki İbrahim'in aynı zamanda istihdam eden ve aracın işleteni durumunda olup olmadığı, sigortalının kaza tarihi itibariyle ehliyetnamesinin varlığı, işleten için ehliyetsiz kişiye araç kullandırtmadan dolayı kusurlu olup olmadığı hususunda araştırma ve soruşturma yapılmak ve taraflara delillerini sunması için mehil verilmek, tüm deliller toplandıktan sonra varılacak sonuca göre karar vermek gerekir. Şayet, davalı araç malikinin ehliyetsiz kişiye araç kullandırtmadan dolayı kusurunun saptanamaması halinde; işleten sıfatına haiz bulunsa dahi, sigortalının kusurundan sorumlu tutulamayacağından, aleyhindeki davanın reddine karar vermekten ibarettir.

O halde, hükmün temyiz eden davalı İbrahim'in bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır.

SONUÇ: Temyiz edilen hükmün yukarıda açıklanan nedenlerle (BOZULMASINA), temyiz harcının istek halinde İbrahim'e iadesine 11.7.2005 gününde oybirliğiyle karar verildi.

YUKARI GİT



DAVALININ İFLAS ETMESİ

T.C. YARGITAY 11. Hukuk Dairesi Esas No: 2003/11200 Karar No: 2003/11203 Karar Tarihi: 20.11.2003

  • DAVALININ İFLAS ETMESİ ( Davanın İkinci Alacaklılar Toplantısından 10 Gün SonraYa Kadar Bekletilmesi Gereği )
  • İFLAS ( Davanın İkinci Alacaklılar Toplantısından 10 Gün Sonraya Kadar Bekletilmesi Gereği )
  • İKİNCİ ALACAKLILAR TOPLANTISINDAN 10 GÜN SONRAYA KADAR DAVANIN BEKLETİLMESİ ( Kasko Rücu Davasında Davalının İflası )
  • KASKO RÜCU DAVASI ( Davalının İflası Halinde Davanın İkinci Alacaklılar Toplantısından 10 Gün Sonraya Kadar Bekletilmesi Gereği )
  • ARAÇ MÜLKİYETİNİN DEVRİ ( Noter Satışından Önce Meydana Gelen Kazadan Eski Malikin Sorumlu Olması )
  • NOTER SATIŞININ ARAÇ MÜLKİYETİNİ GEÇİRMESİ ( Noter Satışından Önce Meydana Gelen Kazadan Sorumluluk )

6762/m.1301

2004/m.194

2918/m.2,20

ÖZET :Dava, kasko sigortasına dayalı rücuen tazminat istemine ilişkindir. Somut olayda, trafik sigortacısı sıfatıyla A…. Sigorta A.Ş. aleyhine de dava açılmıştır. Dairemiz’e intikal eden başka dosyalardan anlaşıldığı üzere, anılan sigorta şirketinin 07.02.2003 tarihli mahkeme kararı ile iflasına karar verilmiştir. İİK.nun 194 ncü maddesi uyarınca, iflasın açılması ile, müflisin davacı ve davalı olduğu hukuk davaları, acele haller ve maddede yazılı olanlar haricinde durur ve ancak alacaklıların toplanmasından 10 gün sonra devam olunabilir. O halde, mahkemece bir ara karar ile davalı A…. Sigorta A.Ş. hakkındaki davanın ikinci alacaklılar toplantısından 10 gün sonra bir tarihe kadar durmasına karar verilmesi ve bu tarihten sonra yargılamaya devam edilerek sonucuna göre bir hüküm kurulması gerekirken, yazılı şekilde hüküm tesisi doğru görülmemiştir.

Somut olayda, hasara neden olan kaza 24.01.2001 tarihinde meydana gelmiştir. Bu tarihte kazaya neden olduğu iddia edilen 34 RB 759 plakalı aracın maliki davalı Can E.’dir. Anılan davalı, bahse konu aracı kazadan sonra usulüne uygun olarak, noterden düzenlenen satış sözleşmesiyle dava dışı Sinan G.’e satmıştır. O halde, zarar görene karşı davalı Can E.’ün işleten sıfatının devam ettiği kabul edilerek sonucuna göre bir hüküm kurulması gerekir.

DAVA : Taraflar arasında görülen davada İstanbul Asliye 2.Hukuk Mahkemesi’nce verilen 13.03.2003 tarih ve 2002/571 – 2003/164 sayılı kararın Yargıtay’ca incelenmesi davacı vekili tarafından istenmiş ve temyiz dilekçesinin süresi içinde verildiği anlaşılmış olmakla, dava dosyası için Tetkik Hakimi Berkant Şengel tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve yine dosya içerisindeki dilekçe layihalar, duruşma tutanakları ve tüm belgeler okunup, incelendikten sonra işin gereği görüşülüp, düşünüldü:

KARAR : Davacı sigortacının, TTK.nun 1301 nci maddesi hükmüne dayalı olarak davalı taraf aleyhine açtığı rücu davası sonucunda mahkemece davanın Can E. yönünden reddine, diğer davalılar bakımından kabulüne dair tesis edilen hüküm, davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

  • Dava, kasko sigortasına dayalı rücuen tazminat istemine ilişkindir.

    Somut olayda, trafik sigortacısı sıfatıyla A…. Sigorta A.Ş. aleyhine de dava açılmıştır. Dairemiz’e intikal eden başka dosyalardan anlaşıldığı üzere, anılan sigorta şirketinin 07.02.2003 tarihli mahkeme kararı ile iflasına karar verilmiştir.

    İİK.nun 194 ncü maddesi uyarınca, iflasın açılması ile,müflisin davacı ve davalı olduğu hukuk davaları, acele haller ve maddede yazılı olanlar haricinde durur ve ancak alacaklıların toplanmasından 10 gün sonra devam olunabilir. Bu hükmün amacı, iflasın açılması ile, tasarruf yetkisi kısıtlanıp yerini iflas idaresi alan müflisin davacı veya davalı bulunduğu davaları devam ettirmekte fayda olup olmadığını tespiti noktasında iflas idaresine imkan sağlamaktır. İflas idaresinin bu dava takip yetkisini kullanıp kullanmayacağını tespit edebilmek için, ilk önce iflas organlarının teşekkül etmesi ve her dava hakkında esaslı bilgi sahibi olması gerekir. İşte bu nedenle müflisin hukuk davalarının belli bir süre durması kabul edilmiştir. O halde, mahkemece bir ara karar ile davalı A…. Sigorta A.Ş. hakkındaki davanın ikinci alacaklılar toplantısından 10 gün sonra bir tarihe kadar durmasına karar verilmesi ve bu tarihten sonra yargılamaya devam edilerek sonucuna göre bir hüküm kurulması gerekirken, yazılı şekilde hüküm tesisi doğru görülmemiştir.

  • Davacı vekilinin temyizine gelince; motorlu aracın İşleteni olarak, öncelikle motorlu aracın malikinin anlaşılması gerekir. Karayolları Trafik Kanunu’nun 2 nci maddesinde araç sahibi olarak, araç için adına yetkili idarece tescil belgesi verilmiş veya sahiplik veya satış belgesi düzenlenmiş kişi tanımı verilmiş bulunmaktadır. Trafik sicilindeki kayıt, araç sahipliğine karine teşkil etmekteyse de; sicil, her zaman gerçek maliki göstermeyebilir. Zira, araç üzerindeki mülkiyet, Karayolları Trafik Kanunu’nun 20 nci maddesi uyarınca noterlikçe düzenlenen satış sözleşmesi ve araç üzerindeki zilyetliğin devri ile başkasına geçer. İşte bu andan itibaren araç sahipliği sıfatı aracı devralan kişiye geçmiş olur. Durumun trafik siciline aksettirilmesi, araç sahipliğinin değişmesi için zorunlu bir koşul değildir. Kaldı ki, anılan maddede noter kanalı ile yapılan satış işleminden sonra tescil işlemi yaptırılmamış olsa bile bu süre içerisinde araçta veya taşınan yükte meydana gelecek zararlardan aracın yeni sahibinin sorumlu olacağı hükme bağlanmıştır.

Somut olayda, hasara neden olan kaza 24.01.2001 tarihinde meydana gelmiştir. Bu tarihte kazaya neden olduğu iddia edilen 34 RB 759 plakalı aracın maliki davalı Can E.’dür. Anılan davalı,bahse konu aracı kazadan sonra usulüne uygun olarak, noterden düzenlenen satış sözleşmesiyle dava dışı Sinan G.’e satmıştır. Kazadan önce, 34 RB 759 plakalı araç, davalı Can E. mülkiyeti ve zilyetliğinde iken hırsızlığa maruz kalmış, kasko sigorta şirketi tarafından sigorta bedeli ödenmiş ve haricen üzerindeki haklar sigorta şirketine devredilmiş ise de, daha sonra araç bulunarak araç sigorta şirketi temsilcisine teslim edilmiştir. Sigorta şirketince de araç haricen kiralama şirketine devredilmiş, diğer davalı Hasan A. kullanımındayken kaza meydana gelmiştir. Ancak, açıklanan işlemler, kazaya neden olan aracın üzerindeki mülkiyetin zarar gören üçüncü kişiler bakımından, kazadan önce usulüne uygun olarak devredildiği sonucunu doğurmamaktadır. O halde, zarar görene karşı davalı Can E.’ün işleten sıfatının devam ettiği kabul edilerek sonucuna göre bir hüküm kurulması gerekirken, yazılı şekilde karar verilmesi doğru görülmemiş, hükmün davacı yararına bozulması gerekmiştir.

SONUÇ : Yukarıda 1 ve 2 numaralı bentlerde açıklanan nedenlerle kararın BOZULMASINA, ödediği temyiz peşin harcın isteği halinde temyiz edene iadesine, 20.11.2003 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

YUKARI GİT



KASKO RÜCU DAVASI

T.C. YARGITAY 11. Hukuk Dairesi Esas No: 2003/11298 Karar No: 2003/10966 Karar Tarihi: 17.11.2003

  • KASKO RÜCU DAVASI ( Davalı Adına Kayıtlı Aracın Kazadan Önce Noter Senediyle Üçüncü Kişiye Satılmış Olması )
  • NOTER SATIŞININ ARAÇ MÜLKİYETİNİ GEÇİRMESİ ( Sicilde Araç Adına Kayıtlı Kişinin Kazadan Önce Aracı Satmış Olması Halinde Sorumlu Olmaması )
  • ARAÇ MÜLKİYETİNİN DEVRİ ( Noter Satışının Yeterli Olması – Sicilde Malik Görünen Kişinin Kazadan Önce Aracı Satmış Olması Halinde Sorumlu Olmaması )
  • TRAFİK SİCİLİNDE MALİK GÖRÜNEN KİŞİNİN SORUMLU OLMAMASI ( Aracın Kazadan Önce Noter Senediyle Satılmış Olması )

6762/m.1301

2918/m.20/d

ÖZET :Dava, kasko sigorta poliçesinden kaynaklanan rücu davasıdır. 2918 sayılı KTK.nun değişik 20/d madde hükmü uyarınca, noterlerce gerçekleştiren devir işlemleri, araç mülkiyetinin devri için yeterli olup, işlemin tamamlanması için trafik siciline alıcı adına tescil işlemi yapılması mutlak koşul değildir. Davacı vekili davalının araç maliki olduğunu belirtmiş, mahkemece de davalının araç maliki olduğundan bahisle sorumluluğuna ilişkin hüküm kurulmuş ise de, davalı tarafından verilen cevap dilekçesi ekinde ibraz edilen noter satış sözleşmesine göre, hasara neden olan aracın mümeyyiz davalı tarafından kazadan önce 15.01.2001 tarihinde dava dışı 3. kişiye satılmış olduğu anlaşılmıştır. O halde mümeyyiz davalının araç maliki sıfatı kalmamış bulunmasına göre hakkındaki davanın reddine karar verilmesi gerekirken yazılı olduğu şekilde karar verilmesi doğru görülmemiştir.

DAVA : Taraflar arasında görülen davada Üsküdar Asliye 5.Hukuk Mahkemesi’nce verilen 13.08.2003 tarih ve 2002/581 – 2003/780 sayılı kararın Yargıtay’ca incelenmesi davalı Alpaslan Yanık tarafından istenmiş ve temyiz dilekçesinin süresi içinde verildiği anlaşılmış olmakla, dava dosyası için Tetkik Hakimi Gürkan Gençkaya tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve yine dosya içerisindeki dilekçe layihalar, duruşma tutanakları ve tüm belgeler okunup, incelendikten sonra işin gereği görüşülüp, düşünüldü:

KARAR : Davacı’nın TTK.nun 1301. maddesi hükmüne dayalı olarak davalılar aleyhine açtığı itirazın iptali davası sonucunda mahkemece davanın kabulüne dair tesis edilen hüküm, davalı Alpaslan Y. tarafından temyiz edilmiştir.

Dava, kasko sigorta poliçesinden kaynaklanan rücu davasıdır.

2918 sayılı KTK.nun, değişik 20/d madde hükmü uyarınca, noterlerce gerçekleştiren devir işlemleri, araç mülkiyetinin devri için yeterli olup, işlemin tamamlanması için trafik siciline alıcı adına tescil işlemi yapılması mutlak koşul değildir. Tescil işlemi, idari bir tasarruf olup, yaptırılmaması ayrı bir yaptırıma tabidir ve mülkiyetin devri için kurucu bir nitelik taşımaz. Bunun bir sonucu olarak da, trafik kayıtları mülkiyeti gösteren sicillerden olmakla birlikte, bu karine kesin değildir. Aracı noter satışı ile devralan, adına tescil işlemi yaptırmamış olsa dahi, aracın maliki sayılır.

Davacı vekili davalı Alparslan Y.’ın araç maliki olduğunu belirtmiş, mahkemece de bu davalının araç maliki olduğundan bahisle sorumluluğuna ilişkin hüküm kurulmuş ise de, davalı Alparslan Y. tarafından verilen cevap dilekçesi ekinde ibraz edilen noter satış sözleşmesine göre, hasara neden olan aracın mümeyyiz davalı tarafından kazadan önce 15.01.2001 tarihinde dava dışı 3.kişiye satılmış olduğu anlaşılmıştır. O halde mümeyyiz davalının araç maliki sıfatı kalmamış bulunmasına göre hakkındaki davanın reddine karar verilmesi gerekirken yazılı olduğu şekilde karar verilmesi doğru görülmemiştir.

SONUÇ : Yukarıda açıklanan nedenlerle mümeyyiz davalının temyiz isteminin kabulü ile hükmün BOZULMASINA, ödediği temyiz peşin harcın isteği halinde temyiz edene iadesine, 17.11.2003 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

YUKARI GİT



RÜCUEN TAZMİNAT DAVASI

T.C. YARGITAY 17. Hukuk Dairesi Esas No: 2007/1188 Karar No: 2007/1606 Karar Tarihi: 10.05.2007

  • RÜCUEN TAZMİNAT DAVASI ( Araçlarda Hasara Neden Olmak – Aracı Noter Satışı İle Devralan Adına Tescil İşlemi Yaptırmamış Olsa Dahi Aracın Maliki Sayılacağı )
  • ARAÇ MÜLKİYETİNİN DEVRİ ( Noterde Yapılan İşlemin Yeterli Olduğu – İşlemin Tamamlanması İçin Trafik Siciline Tescil İşlemi Yapılmasının Mutlak Koşul Olmadığı )
  • NOTERDE YAPILAN ARAÇ DEVİR iŞLEMİ ( Aracı Noter Satışı İle Devralan Adına Tescil İşlemi Yaptırmamış Olsa Dahi Aracın Maliki Sayılacağı )
  • TRAFİK KAYITLARI ( Mülkiyeti Gösteren Sicillerden Olmakla Birlikte Bu Karinenin Kesin Olmadığı – Mülkiyetin Devri İçin Noterde Yapılan İşlemin Yeterli Olduğu )

2918/m. 20/d

ÖZET : Noterde yapılan devir işlemi, araç mülkiyetinin devri için yeterli olup, işlemin tamamlanması için trafik siciline tescil işlemi yapılması mutlak koşul değildir. Bunun bir sonucu olarak da, trafik kayıtları mülkiyeti gösteren sicillerden olmakla birlikte, bu karine kesin değildir. Aracı, noter satışı ile devralan, adına tescil işlemi yaptırmamış olsa dahi, aracın maliki sayılır.

DAVA : Taraflar arasındaki rücuen tazminat davasının yapılan yargılaması sonunda; kararda yazılı nedenlerden dolayı davanın kısmen kabulüne dair verilen hükmün süresi içinde davalı S. Ltd. Şti. temsilcisi tarafından temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi, gereği düşünüldü:

KARAR : Davacı vekili, davalıların maliki, sürücüsü ve sigortacısı oldukları aracın müvekkili şirkete kasko sigortalı araçlarda hasara neden olduklarını, davalı sürücünün kusurlu olduğunu, hasar bedellerinin sigortalılarına ödendiğini, bu nedenle toplam 24.969.700.000 TL’nin ödeme tarihlerinden itibaren işleyecek reeskont faizi ile davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.

Davalı sigorta vekili, poliçe limiti dahilinde sorumluluklarını kabul ettiğini belirtmiş, davalı Cengiz kusuru kabul etmediğini savunarak davanın reddini istemiş, diğer davalı ise cevap vermemiştir.

Mahkemece, toplanan deliller ve benimsenen bilirkişi raporuna göre, davanın kısmen kabulüne, toplam 15.666.75 YTL’nin sigorta şirketi yönünden dava tarihi, diğer davalılar yönünden ayrı ayrı ödeme tarihlerinden itibaren yasal faizi ile müteselsilen tahsiline karar verilmiş, hüküm davalı S. Ltd.Şti, temsilcisi tarafından temyiz edilmiştir.

2918 sayılı KTK’nın, değişik 20/d maddesi hükmü uyarınca, noterlerce gerçekleştiren devir işlemleri, araç mülkiyetinin devri için yeterli olup, işlemin tamamlanması için trafik siciline tescil işlemi yapılması mutlak koşul değildir. Bunun bir sonucu olarak da, trafik kayıtları mülkiyeti gösteren sicillerden olmakla birlikte, bu karine kesin değildir. Aracı, noter satışı ile devralan, adına tescil işlemi yaptırmamış olsa dahi, aracın maliki sayılır.

Davacı vekili davalı şirketin araç maliki olduğunu belirtmiş, mahkemece de bu davalının araç maliki olduğundan bahisle sorumluluğuna ilişkin hüküm kurulmuş ise de, temyiz dilekçesi ekinde ibraz edilen Bakırköy 14. Noterliğinin 30.12.2003 gün 22054 yevmiye nolu noter satış sözleşmesine göre, hasara neden olan aracın davalı şirket tarafından kazadan önce 30.12.2003 tarihinde dava dışı üçüncü kişiye satılmış olduğu anlaşılmıştır. O halde davalının araç maliki sıfatı kalmamış bulunmasına göre, hakkındaki davanın reddine karar verilmesi gerekirken yazılı olduğu şekilde karar verilmesi doğru görülmemiştir.

SONUÇ : Yukarıda açıklanan nedenlerle davalı şirket vekilinin temyiz isteminin kabulü ile kararın BOZULMASINA, ödediği temyiz peşin harcın isteği halinde temyiz edene iadesine, 10.05.2007 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

YUKARI GİT



HARİCİ SATIŞ SÖZLEŞMESİYLE ALINAN ARAÇ

T.C. YARGITAY 13. Hukuk Dairesi Esas No: 2003/17563 Karar No: 2004/7842 Karar Tarihi: 24.05.2004

  • HARİCİ SATIŞ SÖZLEŞMESİYLE ALINAN ARAÇ ( Mülkiyetin Tesbiti Talebi – Sözleşmeden Doğan Davalarda Yetkili Mahkemeler )
  • MENFİ YETKİ SÖZLEŞMESİNİN GEÇERSİZ OLMASI ( Sözleşmeden Doğan Uyuşmazlıklarda Yetkili Mahkemeler – Harici Satış Sözleşmesiyle Alınan Aracın Mülkiyetinin Tesbiti ve Adına Tescili Talebi )
  • YETKİLİ MAHKEMELER ( Sözleşmeden Doğan Davalarda – Harici Satış Sözleşmesiyle Alınan Aracın Mülkiyetinin Tesbiti ve Adına Tescili Talebi )
  • ARAÇ MÜLKİYETİNİN DEVRİNE İLİŞKİN HARİCİ SÖZLEŞMEYE DAYALI TESCİL TALEBİ ( Sözleşmeden Kaynaklanan Davalarda Yetkili Mahkemeler – Yetki Sözleşmesinin Kanuni Yetkili Mahkemelerin Yetkisini Kaldırmayacağı )

818/m.73

1086/m.10

ÖZET : Dava, harici satış sözleşmesiyle alınan aracın mülkiyetinin kendisine ait olduğunun tesbitiyle tescile veya ödediği bedelin faizi ile istirdadına ilişkindir. Sözleşmeden doğan uyuşmazlıklarda yetkili mahkeme, sözleşmenin yerine getirileceği yer mahkemesidir. Taraflar arasındaki mülkiyetin tespiti davasında, mahkemece öncelikle sözleşmenin ifa yeri araştırılmalı tarafların sözleşmenin yerine getirileceği yer hakkında açık veya zımni isteği anlaşılamaması halinde sözleşmenin yerine getirileceği yer BK’nın 73. maddesine göre belirlenmelidir. Öte yandan, taraflar arasında yetki sözleşmesi yapılması kanun gereğince yetkili olan genel mahkemelerin yetkisini ortadan kaldırmaz. Bu durumda, alacaklının kanunen yetkili olan mahkemelerden birinde veya yetki anlaşmasında kabul edilen mahkemede dava açma konusunda tercih hakkı bulunmaktadır. Dava konusu olayda diğer davalılar M. ile İ. Türüdü’nün ikametgahları da Ankara’dır. Mahkemece yukarıda açıklanan hususlarda araştırma ve inceleme yapılmadan eksik inceleme ile yetkisizlik kararı verilmiş olması usul ve yasaya aykırıdır.

DAVA : Taraflar arasındaki mülkiyetin tespiti davasının yapılan yargılaması sonunda ilamda yazılı nedenlerden dolayı davanın reddine yönelik olarak verilen hükmün süresi içinde davacı avukatınca temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi gereği konuşulup düşünüldü:

KARAR : Davacı, davalı Ü. Şirketi adına kayıtlı aracı 10.10.1998 tarihli harici sözleşme ile davalılardan 1.800.000.000 TL’sına satın aldığını ve aracın davalı İ.Türüdü tarafından Ankara’da teslim edildiğini, ancak kendisinin de sattığı üçüncü şahsın elinden davalı şirket tarafından fiilen alındığını ve aleyhine icra takibinde bulunulduğunu ileri sürerek, aracın adına tesciline ya da ödediği bedelin faizi ile istirdadına karar verilmesini istemiştir.

Davalılardan Ü. Limited Şirketi ile İ. Ünlü, davacıya bir satış yapılmadığını, yetkili mahkemenin de İstanbul Mahkemesi olduğunu bildirmiş, davalı M. davanın reddini dilemiş, diğer davalılar duruşmaya gelmemişler, cevap da vermemişlerdir.

Mahkemece, sözleşmede yetkili mahkemenin İstanbul Mahkemesi olduğunun bildirildiği, davalıların da davalı şirketin yetkilisi olduklarından, yetkisizlik kararı verilerek dosyanın yetkili İstanbul Mahkemesine gönderilmesine karar verilmiş; hüküm, davacı tarafından temyiz edilmiştir.

Davacı tarafından ibraz edilen 10.10.1998 tarihli sözleşmede, satıcı yerinde, davalı M. Gür ile İ. Ünlü adı olup tek imza vardır. Davacı bu imzanın davalı M.’ye ait olduğunu ve şirketin yetkilisi olduğunu açıklamıştır. Yine davacının yazılı beyanına göre şirketin diğer yetkilisi olan davalı İ. Türüdü’nün imzasını taşıyan belgede, aracın Ankara trafiğinde teslim edileceği yazılıdır. Davalı şirket ile İ. Ünlü diğer davalılardan şirket ile hiçbir ilgilerinin olmadığını, düzenlenen sözleşmenin kendilerini bağlamadığını, satış yapmadıklarını savunmuşlardır. Dosyadaki bilgi ve belgelerden, davalı Ü. Zırhlı Güvenlik Limited Şirketini temsile yetkili şahısların, diğer davalılar olup olmadığı belli değildir. Sözleşmeden doğan uyuşmazlıklarda HUMK’nın 10. maddesi gereğince sözleşmenin yerine getirileceği yer mahkemesinde de dava açılabilir. Bu nedenle mahkemece sözleşmenin ifa yeri araştırılmalı, tarafların sözleşmenin yerine getirileceği yer hakkında açık veya zımni isteğinin anlaşılamadığı hallerde sözleşmenin yerine getirileceği yer Borçlar Kanununun 73. maddesine göre belirlenmelidir. Kaldı ki, taraflar arasında yetki sözleşmesi yapılmış olması halinde de, kanun gereğince yetkili olan genel mahkemelerin yetkisi ortadan kaldırılamaz. Alacaklının bu durumda kanunen yetkili olan mahkemelerden birinde veya yetki anlaşmasında kabul edilen mahkemede dava açma konusunda tercih hakkı bulunmaktadır. Dava konusu olayda diğer davalılar M. ile İ. Türüdü’nün ikametgahları da Ankara’dır. Mahkemece yukarıda açıklanan hususlarda araştırma ve inceleme yapılmadan eksik inceleme ile yetkisizlik kararı verilmiş olması, usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.

SONUÇ : Yukarıda açıklanan nedenlerle temyiz olunan kararın davacı yararına BOZULMASINA, peşin harcın istek halinde iadesine, 24.05.2004 gününde oybirliğiyle karar verildi.

YUKARI GİT



ARACIN MÜLKİYETİNİN NOTER SATIŞI İLE GEÇMESİ

T.C. YARGITAY 11. Hukuk Dairesi Esas No: 2004/814 Karar No: 2004/9914 Karar Tarihi: 18.10.2004

  • KASKO RÜCU TALEBİ ( Aracın Mülkiyetinin Noter Satışı ile Geçmesi – Satışın Tescil Edilmemesinin Mülkiyetin Geçişine Engel Olmaması – Aracı Kaza Tarihinden Önce Satan Sicil Malikinin Sorumlu Olmaması )
  • ARAÇ MÜLKİYETİNİN NOTER SATIŞI İLE GEÇMESİ ( Satışın Tescil Edilmemesinin Mülkiyetin Geçmesine Engel Olmayacağı – Aracı Kazadan Önce Satan Davalının Pasif Husumet Ehliyetinin Bulunmaması )
  • HUSUMET ( Aracı Kaza Tarihinden Önce Noter Senediyle Satan Ancak Sicilde Malik Olarak Görünen Davalının Kasko Rücu Bedelinden Sorumlu Tutulamaması )
  • NOTER SATIŞIYLA ARAÇ MÜLKİYETİNİN GEÇMESİ ( Kaza Tarihinden Önce Aracı Satan Ancak Sicilde Malik Görünen Kişinin Kasko Rücu Bedelinden Sorumlu Olmaması )

2918/m.20/d

6762/m.1301

ÖZET : Dava, TTK’nun 1301′inci maddesi uyarınca açılmış kasko rücu davasıdır. Noterlerce gerçekleştirilen devir işlemleri, araç mülkiyetinin devri için yeterlidir. Devir işlemlerinin tamamlanması için trafik siciline tescil mutlak koşul değildir. Tescil işlemi, idari bir tasarruftur. Trafik kayıtları, mülkiyeti gösteren sicillerden olmakla birlikte kesin karine değildir. Noter satışı ile aracı devralan kişi adına tescil yaptırmamış olsa bile malik sayılır. Davalının aracı kaza tarihinden önce diğer davalıya sattığı anlaşılmakta olup, husumet itirazının yargılamanın her aşamasında ileri sürülmesinin mümkün olduğu da gözetilerek, bu davalı hakkındaki dava reddedilmek üzere, hükmün bozulması gerekmiştir.

DAVA : Taraflar arasında görülen davada Kocaeli Asliye 4. Hukuk Mahkemesi’nce verilen 14.05.2003 tarih ve 2001164 – 2003/304 sayılı kararın Yargıtay’ca incelenmesi davalı S. tarafından istenmiş ve temyiz dilekçesinin süresi içinde verildiği anlaşılmış olmakla, dava dosyası için Tetkik Hakimi D.B. tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve yine dosya içerisindeki dilekçe layihalar, duruşma tutanakları ve tüm belgeler okunup, incelendikten sonra işin gereği görüşülüp düşünüldü:

KARAR : Davacının, TTK’nun 1301′inci maddesi hükmüne dayalı olarak davalılar aleyhine açtığı rücu davası sonucunda, mahkemece davanın kısmen kabulü ile 708.333.000.-TL’nin davalılardan faizi ile tahsiline dair verilen karar, davalı S. vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Dava, TTK’nun 1301′inci maddesi uyarınca açılmış kasko rücu davasıdır.

2918 sayılı KTK’nun, değişik 20/d madde hükmü uyarınca, noterlerce gerçekleştiren devir işlemleri, araç mülkiyetinin devri için yeterli olup, işlemin tamamlanması için trafik siciline alıcı adına tescil işlemi yapılması mutlak koşul değildir. Tescil işlemi, idari bir tasarruf olup, yaptırılmaması ayrıbir yaptırıma tabidir ve mülkiyetin devri için kurucu bir nitelik taşımaz. Bunun bir sonucu olarak da, trafik kayıtları mülkiyeti gösteren sicillerden olmakla birlikte, bu karine kesin değildir. Aracı noter satışı ile devralan, adına tescil işlemi yaptırmamış olsa dahi, aracın maliki sayılır.

Kadıköy Trafik Tescil Büro Amirliği’nin 27.05.2003 tarihli verilen cevabi yazısından, 34 … .. plakalı aracın Sakarya 2. Noterliği’nin 27654 yevmiye nolu satış senedi ile kazadan önce 25.12.1998 tarihinde diğer davalı H’ye satıldığı anlaşılmakta olup, husumet itirazının yargılamanın her aşamasında ileri sürülmesinin mümkün olduğu da gözetilerek, davalılardan S. hakkındaki dava reddedilmek üzere, hükmün bozulması gerekmiştir.

SONUÇ : Yukarıda açıklanan nedenle, davalı S’nin temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün bu davalı yararına BOZULMASINA, ödediği temyiz peşin harcın isteği halinde temyiz edene iadesine, 18.10.2004 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

YUKARI GİT



İLETİŞİM

Adres:

Gaziler Mahallesi 1716. Sokak No: 12 Kat: 4 Daire: 8 41400 Gebze / KOCAELİ

Ofis Telefon:

0(262) 641 36 34

Hukuki danışmanlık ücrete tabi olup, telefon numarası sadece randevu almak içindir.

E-posta:

akcayhukukofisi@gmail.com


HARİTADA GÖR


SORU SOR